PİSAGORCULUKTA VE PLATON’DA MATEMATİK
Aristoteles’in bildirdiğine göre
bazı Pisagorcular çift şekilde bulunan
on ilk-temel olduğunu söylüyorlar: sınırlı ile sınırsız, tek ile çift, bir ile
çok, sağ ile sol, dişi ile erkek, duran ile hareketli, doğru ile eğri, ışık ile
karanlık, iyi ile kötü, rasyonel ve irrasyonel. Aristoteles’in aktardığına göre
Pisagorcu anlayışta iki aşamalı meydana gelme hali var. İlki sayıların ilksel
temellerden meydana gelmesi (sınırlı ve sınırsızdan); ikincisi, şeylerin
sayılardan meydana gelmesi (fiziksel nesnelerin geometrik figürlerden).
Dolayısıyla, sayılar olmadan doğadaki herhangi bir şeyin kavranabilmesi mümkün
değildir, aksiyse mümkündür. Bu sebeple, sayılar şeyleri önceler.
Her şeyin sayılardan oluştuğuna inanıyorlardı.
Yalnız şekil kazanmış olan tanınabilir. Şekil ise ölçüye yani sayıya dayanır.
Her şekil aslında bir sayı oranıdır. Her uyum, sayıca sınırladırılmış olandır. Pisagorculara
göre hem algılanan dünyada hem de düşünen ruhun dünyasında sayı olmalıdır, aksi
takdirde bu iki dünya arasında hiçbir ortaklık kurulamaz. Sayı yalnız düşünenin
dünyasında olsaydı, dış dünya hiçbir şekilde kavranamazdı. Platon’a göre
Tarentli Arkhytas, ilk olarak mekaniği matematik ilkeler kullanarak metodlu bir
şekilde ele almıştır. Philolaos’a göre doğa, kozmosta sınırsızlardan ve
sınırlandırıcılardan kurulmuştur. Her şey sınırsız olsaydı, herhangi bir şeyi
tanıyamazdık. Uyum karışmışların bir oluşu ve ayrı düşüncedekilerin düşüce
birliğidir. Uyum, hem doğada hem de insan zihnindeki çeşitliliği bir arada
tutan şeydir. Sayının ve özellikle de on sayısının önemi çok büyük, Pisagorculara
göre on sayısı her şeyi tamamlayan, her şeyi işleyendir. Sayısız bütün şeyler
sınırsız, ışıksız ve görünmezdir. Bir
sayısı her şeyin kaynağını temsil
ederken iki sayısı maddeyi temsil ediyordu. Üç sayısı bir “ideal sayı” idi,
çünkü bir başlangıcı, ortası ve sonu vardı, bunun haricinde düzlemi tanımlamak
için gereken nokta sayısı üçtü. Dört sayısı dört mevsimi ve dört unsuru
simgeliyordu. Yedi sayısı da kutsaldı çünkü gezegenlerin sayısı yediydi ve bir
lirdeki yay sayısıydı. Tek sayılar erkeği, çift sayılar kadını temsil ediyordu.
On sayısı “mükemmel sayı” olarak kabul edildi. Tetraktys’te yer alan ilk dört
sayı kozmosu temsil ediyordu. Bir sayısı birliği, iki sayısı limiti ya da
limitsizliğin ayrımını, üç sayısı uyumu, dört sayısı kozmosu temsil ediyordu.
İlk dört sıranın toplamı mükemmel sayı olan ona eşitleniyordu. İlk sıra
boyutsuz olan bir noktayı, ikinci sıra tek boyutlu bir doğruyu, üçüncü sıra iki
boyutlu bir düzlemi, dördüncü sıra üç boyutluluğu temsil ediyordu.
Pisagor uyumlu müzik
notalarının arasındaki aralıkların her zaman tam sayı oranlarına sahip olduğu
keşfiyle değerlendirilmektedir. Pisagor, müzikal uyumun ana yapı taşları haline
gelen ortak aralıkları yaratan ilk dört tonu açıkladı: : oktav (1: 1), mükemmel
beşinci (3: 2), mükemmel dördüncü (4: 3) ve majör üçüncü (5: 4). Doğanın bir
parçası olarak var olan müzikten çıkan bu matematiksel köken, gök cisimlerinin
hareketi ve buna bağlı olarak yaydıkları
sesler için de geçerli olmalıydı.
Pisagor'a atfedilen bir başka
inanç da, gezegenlerin ve yıldızların, müzik notalarına karşılık gelen ve
böylece duyulmamış bir senfoni üreten matematiksel denklemlere göre hareket
ettiğini savunan "kürelerin uyumu (harmonisi)" ya da “kürelerin
müziği”dir. Porfirios’a göre Pisagor, yedi Musa’nın aslında birlikte şarkı
söyleyen yedi gezegen olduğunu öğretti. Kürelerin müziği matematiksel ilişkiler
sayıların, görsel açıların, şekillerin ve seslerin tezahür ettiği niteliklerin
ya da "tonların" ifade ettiği metafiziksel ilkeyi, hepsi bir orantı
modeline bağlı olacak şekilde birleştirir. Bu teoriye göre Güneş, Ay ve
gezegenler dönüşlerine göre kendi eşsiz tınılarını salarlar. Bu tınılar uyumludur.
Kozmosa uyum, quarte, quinte ve oktave hükmeder.
Pisagor teoreminin kökenine Babil’de
ve Mısır’da rastlansa da bu teoreme nihai formunun Pisagor tarafından verildiği
kabul ediliyor. Bu teoreme göre, iki dik kenarı 1 olan bir dik üçgenin
hipotenüsü √2 olmaktadır. Ancak, Pisagor’un
öğrencisi Hippasus √2 değerini hesaplamaya çalıştığında, bunu bir kesir olarak
ifade etmenin mümkün olmadığını tespit etti. Böylece kesirlerle ifade
edilemeyen irrasyonel sayıların var olabileceği bir başka dünyanın kapıları
açıldı. Bu buluş, Pisagor ve onun takipçileri tarafından ileri sürülen düzenli
ve belirli matematiksel dünya için tehlikeliydi. Hippasus, bu buluşunu canıyla
ödemek zorunda kaldı.
Bütün bilgimizi, bilgiden de önce algımızı ve duyumumuzu sayılara
borçluyuz. Sayıların kökeninde sınırlı ve sınırsızlık olsa da, sayılar olmadan
bu kökene ulaşmak da olanaksız olacaktı. Sayılar yalnız zihnimizde yer alan
birtakım kavramlar değiller, öyle olsaydı sayıların doğa ile bağı tamamen
koparılmış olurdu. Halbuki kozmosun kendisinde bir oran var. Şekilli olan her
şey şekle, şekilse sayıların oranına bağlı. Bu anlamda sayı tamamiyle insana
ait fonksiyonel bir araç değil. Bir şeyi algıladığım zaman, ilk olarak onun
şeklini algılıyorum. Algılama anında eş zamanlı olarak cismin şeklindeki sayı
oranı ile zihnimdeki sayı kavramı adeta çarpışıyor ve çarpışmanın sonucunda bir
uyum yakalanıyor. Doğada sayı olmasaydı, ben sadece sayabilirdim. Onun
haricinde dışarıyla alakalı herhangi bir bilgi edinemezdim. Sonuç olarak,
Pisagorcularda matematik ontolojik ve epistemelojik olarak eş zamanlı olarak iç
içe bulunuyor. Biri, diğerini öncelemiyor.
Platon için geometri evrenin
sınırlarını çözmek için en gerekli aletlerden biriydi. Formları tahayyül
edebilmenin imkanını bize geometri sağlıyordu. Bu sebeple aritmetiğin yanında
geometriye çok fazla önem verdi ve kurduğu Akademi’de öğrenciler uzun yıllar
geometri ile uğraştı.
Timaios diyaloğunda öne sürülen ve Platonik
cisim olarak bilinen beş tane çok yüzeyli cisim aslında evrenin kökenin
oluşturan unsurların yapısını oluşturuyordu. Tetrahedron (dört yüzlü) , 4 eşkenar
üçgenden yapılmış ve ateşi temsil ediyordu; oktahedron (sekiz yüzlü) 8 eşkenar
üçgenden oluşmuş ve havayı temsil ediyordu; icosahedron (yirmi yüzlü) 20 eşkenar
üçgenden oluşmuş ve suyu temsil ediyordu; küp 6 kareden oluşan ve toprağı
temsil ediyordu; dodecahedron(on iki yüzlü) 12 beşgenden oluşuyordu. Unsurlar
ile şekiller arasındaki ilişki kitapta şöyle açıklanıyor: ateşin ısısı
keskindir tıpkı küçük piramit şekilli bir cismin keskinliği gibi; hava
oktahedrondan yapılmıştır çünkü küçük bileşenleri o kadar yumuşaktır ki
hissedilemez; su icosahedrondan yapılmıştır çünkü birinin elinde toplandığında sanki küçük
toplardan yapılmış gibi akar gider; küp Dünya’nın sağlamlığına sebep olur;
dodecahedron için Platon “Tanrı, bütün cennet üzerindeki takımyıldızları
düzenlemek için kullandı” ifadesini kullanır.
Platon, Menon diyaloğunda bir kölenin geometri konusunda bilmezliği
üzerinden aslında öğrenmenin olmadığını, tüm bilgilerimiz kaynağının hatırlama
olduğunu gösterir. İnsan ruhu ölümsüzdür ve bedenine girmeden önce neredeyse
her şeyi görmüştür. Phaidros diyaloğunda insan ruhunun bedene girmeden önce
ideaları tam olarak temaşa edemese de onların varlığından haberdar olduğunu
söyler. Bedene girmeden önce Lethe ırmağından geçen ruhumuz, her şeyi unutur ve
burada erdemli bir yaşam sürmek istiyorsa mümkün olduğunca öteki dünyada sahip olduğu
bilgileri hatırlamaya çalışmalıdır. Geometri ve aritmetik bu manada,
görünenlerin ötesine geçebilmenin kapısını aralar. Dünya’daki değişime
karşılık, idealar gibi sabit ve değişmezlerdir. Bu sebeple, Platon matematikle
yalnız evreni açıklamaz, fakat matematiği düşünceyi sürükleyen ve düşünce için
bir dayanak noktası olarak tesis eder. Platon’un diyaloglarını bir bütün olarak
ele aldığımızda hakikatin kendisi olan ideaların bir tanımı bu dünyada
verilemez. Öteki dünyada ise tanrılar katına ulaşabilmiş insan, ideaları
yalnızca temaşa edebilir. Temaşa etkinliği logosla yapılan bir etkinlik
değildir. Bu anlamda, ideaların bilgisi mümkün değildir çünkü parçaları yoktur.
Parmenides diyaloğunun küçük bir bölümünde başka diyaloglarda bir mit olarak
ortaya attığı ‘idealar kuramı’nın tüm eksikliklerini Parmenides’in ağzıyla dile
getirir. Bu anlamda, Platon diyaloglarının tamamı göze alındığında hakikat olan
ideaların bilgisi mümkün değildir, bu
manada bu dünyada kurulabilecek bir epistemeloji yalnızca illüzyondan
ibarettir. İnsanın felsefe yapmasındaki amaç ölümden sonraki yaşamlarında daha
iyi bir konuma gelerek nihayetinde ruhuyla tanrılar katına çıkmaktır. Sonuç
olarak idealar epistemesi mümkün olmayan ontolojik varlıklardır ve insan ruhu
birçok sınavdan sora onu görebilir ama bilemez.
Yorumlar
Yorum Gönder