GALILEI, DESCARTES VE NEWTON’DA UZAY KAVRAMI
Galileo GALILEI (1564-1642)
Galilei, Kopernik Sistemi ve Gelgit Teorisi
İlk modern zamanların kozmolojik devrimi,
olarak genellikle Kopernik’in 1543'teki
yeni astronomisini ima eden “Kopernik dönümü”olarak referans edilir. Evrenin merkezine Dünya yerine Güneş’i
yerleştirerek yeni bir kozmoloji ortaya attı. Başlangıçta sadece birkaç bilim adamı bu devrime katıldı.
İlk modern zamanlarda biriktirilen yeni doğa bilgisi, yavaş yavaş zamanın hakim
dünya görüşüyle kaçınılmaz çatışmaya girdi. Aristoteles’in evren görüşüne göre
karasal ve göksel fizik farklı alemlere aitti ve bu alemlerde farklı fizik
kuralları geçerliydi. Böylelikle, ayaltı
evrenindeki herhangi bir deneyimin ayüstü evrenine aktarılması başlangıçtan itibaren dışlanmıştır. Aristoteles’in
dünya görüşü, göksel cisimlerin hareketlerini, göksel cisimlerin sabitlendiği
ve Dünya'nın merkezinde bulunan bir homosentrik alan modeli ile anlatır. Bu
kürelerin her birinin kendi hareketi vardır ve aynı zamanda onu çevreleyen
kürenin hareketini de alır. Zamanla Aristoteles’in kavramlarıyla Hristiyan
dogmasını pekiştiren din adamları yüzyıllar boyunca sarsılması güç argümanlarla
Dünya’nın evrenin merkezinde olduğu teorisini desteklediler. Kopernik’in başlarda
sapkın olarak algılanmadı ve bu teoriyi
sunduğu De Revolutionibus adlı eseri
ilk olarak yayınından 60 yıl sonra Papa’nın yasak kitaplarının listesine
konuldu.
Kopernik sistemi, aslında fiziği yeni
zorluklarla karşı karşıya getirdi. Sorulan soru şuydu: Dünya merkezde değilse
neden hareket ettiğini algılamıyoruz? Galilei, bu soruya mutlak ve göreceli
hareket arasındaki farkı işaret ederek cevap verdi. Güneş’e göre uzayda hızlıca
hareket ediyorken, Dünya’ya göre hareketsiz kalıyoruz. Yeryüzündeki fiziğin
yasaları, Dünya'nın Güneş'in etrafındaki her şeyle hareketinden pratik olarak
etkilenmeden kalır.
Galilei ve düşen cisimler teorisi
Discorsi
kitabının başında, zamanın en büyük askeri-sanayi kompleksi olarak anılan
Venedik Arsenal'inin deniz mühendislerine, yeni kuramlarının ortaya çıkışını,
pratik bilgi birikimine katkıda bulunarak daha da ileri götürdüğü için teşekkür
etti. Aynı zamanda, bu mühendislerden malzemelerin kırılmasına karşı yeni
direnç teorisini oluştururken yararlandı. O dönem askeri teknoloji için
vazgeçilmez olan toplar Galilei tarafından da ele alındı. Örneğin balistik problemlerini mermi
yörüngelerinin parabolik formu ile açıklamaya çalışmıştır. Top mermileri ile
yaptığı deneylerinde düşme hareketinin yön değiştirmesini yatay düzlemde tespit
etmeye çalışmıştır. Bu sapma modeli çeşitli yönlerden oluşmaktadır: ilk olarak,
düşme hareketi sırasındaki hızdaki artışın Galilei'nun özel düşüş ilkesine karşılık
geldiği varsayılmaktadır; ikinci olarak, bu şekilde elde edilen hareket hızının
yeniden yönlendirildikten sonra sabit kaldığı varsayılmaktadır; üçüncü olarak, sınırlı bir
eylemsizlik ilkesi varsayarak, dış engellerden arındırılmış yatay hareketin, başlangıç
hızını koruduğu, yani sürekli olarak aynı kaldığı varsayılır. Galilei, kendi
kozmolojisini, mermi hareketi teorisinin kurulduğu modele dayanarak geliştirdi.
Galilei ve Kepler
Galilei'nun bir kozmolojiye, ya da
daha doğrusu bir kozmogononiye girişimi - o zaman hâlâ büyük ölçüde gezegensel
sistemle sınırlı olan Evrenin yaratılışının bir teorisi - Kepler'in 1597
yılında Mysterium Cosmographicum
dergisinde yayınladığı basitleştirilmiş güneş merkezli model üzerine
kurulmuştur. Bu basit modele göre gezegenler, Güneş'in etrafında mükemmel
dairesel yollar boyunca hareket ederler. Galilei’nun kozmolojisine göre, gezegenlerin hareketleri,
gezegenlerin yörüngelerine belirli bir mesafeden düşme hareketiyle sonuçlandı,
burada hareketlerinde sapma meydana geldi ve hızlarını koruyarak hareketlerine
devam ettiler. Galilei'nun hipotezinin
açıklayıcı değeri, tüm gezegenlerin düşme hareketi için ortak bir başlangıç
noktasının, modelinin Kepler tarafından verilen gezegenlerin tam yörüngesel
hızlarını vereceği şekilde belirlenebileceği varsayımında yatmaktadır. Galilei’nun
kozmolojisinin ardındaki temel fikir, dolayısıyla kavramsal olarak mermi
hareketi üzerindeki deneyinin arkasındaki fikirdir. Deneyde, top farklı
yüksekliklerden farklı hızlarda tekdüze yatay hareket halinde hareket etmeye
devam ettiği yol ile aynı yüksekliğe düşmüştür. Aynı şekilde, kozmolojisine
göre ise gezegenler, farklı hızlarda tekdüze dairesel hareket halinde hareket
etmeye devam ettikleri farklı yörüngelere aynı yükseklikte ve aynı yükseklikte
düşme hareketi gerçekleştirdiler.
Kardinal Bellarmine, 1615 yılında Kopernik
sisteminin güneşin dünyayı çevirmediği, ancak dünyanın güneşi çevrelediği gerçek
bir ispat olmaksızın savunulamayacağını yazmıştı. Galilei, gelgitler teorisini,
dünyanın hareketinin gerekli fiziksel kanıtını sağladığını düşündü. Galilei'ye
göre, gelgitler, Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönmesi ve Güneş'in etrafında
dönmesi nedeniyle hızlanmış ve yavaşlamıştır. Ancak gelgit teorisi yanlıştı
çünkü teorisi doğru olsaydı dalgaların günde bir kere yükselmesi gerekirdi.
Galilei bu anomalinin farkındaydı yine de bu anomaliyi denizin derinliği, şekli
ve başka faktörlere bağladı. Galilei ayrıca Kepler’in dalgaları hareket
ettirenin ay olduğu fikrini reddetmiştir.
1618'de üç kuyruklu yıldızın ortaya
çıkmasıyla ortaya çıkan kuyruklu yıldızların doğası hakkında bir tartışma
başlattı. Esas olarak Orazio Grassi kendi
adıyla tartışmaya girdi. Bu amaçla 1623'te yılında
Il saggiatore (The Assayer) adlı kitabı yayınladı.
Teleskop ve Astronomi
1610 yılında teleskobu ile Jupiter’i
gözlemledi. Bu gözlem ile Jupiter’in çevresinde farklı yörüngelere sahip üç
yıldızın daha olduğunu fark etti. Bu üç yıldızın
konumlarını araştırırken dördüncü yıldızın daha olduğunu fark etti. Sonundaysa
bunların gezegenin etrafında dönen uyduları olduğunu anladı. Başka gezegenlerin
etrafında dönen uyduların olduğu keşfi, her şeyin Dünya’nın çevresinde döndüğü
fikrini sarsmıştı. En azından Jupiter’in uyduları Dünya’nın etrafında dönmüyor
ve bu anlamda uydular için Dünya evrenin merkezinde bulunmuş olmuyordu. 1611
yılında teleskobuyla Venüs’ü gözlemledi. Aristoteles, Venüs’ü Güneş’in
arkasında olduğunu iddia etmişti. Galilei, Venüs’ü gökyüzünde bir ışık olarak
görmedi. Venüs’ün küre şeklinde bir gezegen olduğunu fark etmişti ve bu küre
her zaman aydınlık değildi. Bazı bölümleri karanlık, bazı bölümleri aydınlıktı.
Venüs’ün sürekli farklı konumlarda olduğunu gözlemledi ve sonuç olarak,
Venüs’ün konum değiştirebilmesi için Güneş’in etrafında dönmesi gerekiyordu.
Bu deneyi ile Kopernik hipotezi doğrulanıyordu.
Katolik Kilisesi Kopernik teorilerini
barındıran kitabın satışının yasaklanması ve güneş merkezli anlayışı yasaklama
hazırlığındaydı. Bunun üzerine Galilei Roma’ya giderek bu kararın
durdurulmasını talep etti. 1615 yılında Galilei, Katolik Kilisesinin baş teologu
Kardinal Bellarmin’in karşısına çıktı. Bellarmin, teorisinden vazgeçmesini aksi
takdirde engizisyon mahkemesinde yargılanacağını bildirdi. 1616 yılındı
Kopernik hipotezi resmen yasaklandı ve bunun üzerine Galilei yedi yıl boyunca
sessiz kaldı. 1632 yılında İki Dünya
Arası Sistemler adlı diyaloğu Kilise tarafından büyük tepkiyle karşılandı.
1633 yılında engizisyon mahkemesine çıktı. Kilise’nin istediği Galilei’nun
güneş merkezli sistemi lanetlemesiydi. Temmuz 1633’de Galilei Kilise ve dine
karşı suç işlemekten yargılandı ve hüküm giydi. İmzalaması için bir itirafname
verildi. Galilei, dünyanın güneş etrafında dönmediğini ifade eden bu
itirafnameyi imzalamak zorunda kaldı. Kendisi müebbet hapse çaptırılıp kitabı
yasaklandı. Galilei ev hapsindeyken 1636 yılında yazdığı son kitabı İki Yeni Bilimn Söylevi ile modern
fiziğin temelini attı.
Rene DESCARTES (1596-1650)
Descartes’ın uzam ve uzay kavramını
anlayabilmek için öncelikle bilinç ile söylediklerine de bakmak gerekiyor. Bu
sebeple, uzay kavramına gelmeden önce Felsefenin
İlkeleri kitabında izlediği argümantasyon çizgisini takip etmek istiyorum.
Bilinç, Şüphe ve Tanrı
Descartes, şüphe ettiklerini iki
kategori altında sınıflandırır. İlki hislerle edinilenler ki bunlar dışarıdan
gelir, ikincisi ise idrak ile ilgili olanlar bunlar da matematik ve geometrik
önermelerdir. Descartes’a göre düşünmenin üç türü vardır: inanmak, inanmamak ve
şüphe etmek. Şüphe etmek, yargıyı askıya almaktır. Başka bir deyişle, hissi
olanı değiştirmeden hüküm vermemektir. Örneğin, koltuğun sarı olduğu bilinciyle
arama mesafe koymaktır. Descartes’ın şüphe götürmeyen bir kabul olarak
varsaydığı özgür irade burada devreye giriyor. Özgür irade ve şüphe etmek
olanağına sahip olma varsayımından sonra, düşünenin düşünürken düşünmediği
düşünülemez deyip düşünüyorum, öyleyse varım görüsünü ortaya atıyor. Bilinç
kendine saydam olduğu için bilince varmak, bilincine varılan ve bilincine varan
aynı şeydir.
Kendimin varlığını anlamam için cisimle
(hislerle) ilgii şeylere ihtiyacım olmadığı için ben cisimden farklıyım ve
şüphesiz olarak kendimi biliyorum. Dolaysızca bilincinde olmam bakımından bende
olan her şey düşüncedir. Bir şey düşünüyorsam, bir bakımdan kendimi
düşünüyorum. Tüm düşünceler, Ben düşüncesinin içinde. Descartes, bundan sonra
iki tanrı ispatı yapıyor: ilki düşüncenin içeriği gözetilerek yapılan ispattır,
diğeriyse düşüncenin kaynağı gözetilerek yapılan ispattır. İlk ispata göre,
bende her şeye gücü yeten, her şeyi bilen bir varlık düşüncesi var. Var olmak
bir yetkinlik olduğu için en mükemmel varlığın var olmaması zorunludur. İkinci
ispata göre ise, düşüncenin biçimsel ve temsil olmak üzere iki yönü vardır.
Biçimsel yön: düşünülmüş olmaları bakımından düşüncelerin kaynağı ben olsam da
bunlar benim düşüncelerim olmak bakımından ayrılmazlar. Bunları temsil
ettikleri şey bakımından ayırt edebilirim. Dolayısıyla, temsil ettiği şey
bakımından kaynağı ben olamayacağım tek şey Tanrı’dır. Tanrı düşüncesinin
biçimsel nedeni olabilmem için en az Tanrı düşüncesinin temsil ettiği kadar
mükemmel olmam gerekir. Ben sınırlı olduğuma göre Tanrı düşüncesinin biçimsel
nedeni olamam. İki tanrı ispatı yapıldıktan sonra, emin olduğum anda bile beni
sürekli kandıran kötü cin hipotezi yanlışlandı.
Descartes’a göre zamanın bölümleri
bağlı ve bir arada değildir. Tanrı evreni sürekli yaratmaktadır. Tanrı cismani
değildir çünkü cismani olan bölünebilirdir. Bütün, parçaya bağımlı olduğu için
bu bir kusurdur ve bu kusur Tanrı’da mevcut olamaz. Tanrı’nın şeyleri ne amaçla
yarattığı bilinemez bu sebeple felsefeden nihai neden çıkarılmalıdır çünkü bu
neden bilgi nesnesi haline getirilemez. Felsefe, etken neden ile ilgilenmelidir.
Cevher, Ayrımlar, Uzam ve Uzay, Hareket
Bu ana kadar izlediğimiz
argümantasyon çizgisinde Ben varım, bende olan düşünceler var ve Tanrı var. Bu
düşünceler ikiye ayrılır: varlığı olan her şey ve düşüncenin dışında mevcut
olmayan şeyler. Keza varlığı olan her şey ikiye ayrılır: ilki, diğer
mevcutlardan bağımsız yani cevher, diğeri ise cevhere bağlı olanlar. Cevher
kavramı, var olan olarak düşünülmesi için kendisinden başka var olanın
düşünülmesi gerekli olmayan şeydir. Ben bilgisi, her şeyi öncelese de ben
cevher değilim çünkü bu kavram yalnız sonsuz varlığa yani Tanrı’ya uygulanmalı.
Hakiki anlamda tek cevher Tanrı olsa
da, eş adlı olarak iki cevherden daha söz edebiliriz. Buna göre yaratılmış olup
da bir var olan olarak düşünülmesi için başka bir yaratılmış var olanın
düşünülmesi zorunlu olmayan şeyler ruh ve cisimdir. Bunlar birbirlerinden
bağımsız olarak düşünülse de Tanrı’ya bağımlıdırlar. Bunlardan başka cevher
olmayışının sebebi diğer yaratılmış ya da yaratılmış şeylere yüklenebilecek her
şey bu ikisine bağımlı olarak düşünülmektedir. Düşünen olduğum için düşünen
cevheri biliyorum. Peki cismani cevheri nasıl bilebiliyorum? Cismani cevheri
olduğu gibi değil olmadığı şekliyle yani etkisi sayesinde biliyorum. Bu da
ancak ona atfedilen faaliyet ve sıfatla mümkün. Ruhun sıfatı düşünce iken,
cismin sıfatı uzamdır.
Bu anlamda iki cisim demek aslında iki
farklı uzam parçası demektir. Süre, düzen/sıra ve sayı tarzlardır. Sıfat
sonsuzken tarz sınırlıdır. Süre, bir şeyin süresi olmalıdır. Tamamiyle süren
şeye bağlıdır. Süre, tarz olsa da var olan bir şey devam ettikçe süre
değişmeyeceği için eşadlı olarak sıfat denilebilir. Bazı nitelikler şeydeyken,
bazıları düşüncededir. Süre br tarzdır ve şeydedir, ölçmeye imkan verir. Zaman
ise ölçülendir ve yalnız biz ölçtüğümüz için vardır, düşüncemize bağlıdır.
Zaman, hareketin ölçülmesidir. Bu anlamda Descartes ile Newton tamamiyle
ayrılmaktadır. Zaman, mutlak ve göreceli olmak üzere Newton’da ikiye ayrılır.
Descartes’ın bahsettiği zaman anlayışı göreceli anlayışa tekabül etse de,
Newton’un bahsettiği mutlak zamanın karşılığı Descartes’da bulunamamaktadır.
Her tür ayrım sadece düşüncede
yapılır çünkü hakiki olarak bir cevher vardır. Üç çeşit ayrım vardır: gerçek ayrım,
düşünce dışında karşılığı olmayan ayrımlar ve biçim ayrılığı. İlki, düşünce
dışında karşılığı olan ayrımdır. Tek cevher varsa gerçek ayrım olmasa da eşadlı
olarak gerçek ayrım ifadesini kullanabiliriz. Düşünen cevher ile varsa uzamlı
cevher arasında gerçek ayrım vardır. Dolayısıyla, iki cisim birbirlerinden
gerçek bir şekilde ayrılmazlar çünkü tözleri aynıdır. İkincisi, iki şekilde düşünülebilir. İlki,
cevher ve sıfat arasındaki ayrımın düşünce dışında karşılığı yoktur. İkincisi,
aynı cevherin iki sıfatını ayırmaktır. Üçüncü ayrım olan biçim ayrılığı da iki
şekilde düşünülebilir. İlki, bir cevher ve onun tarzı arasındaki; ikincisiyse
aynı cevherin iki farklı tarzı arasında.
Cevher ile sıfat birbirinden ayrı
düşünülemez. Uzamlı cevher uzamdan bağımsız düşünülemez. Cevher tarzdan
bağımsız şekilde düşünülebilir. Örneğin uzamlı cevheri düşünüp bu cevherin
şekilsiz olduğu düşünülebilir. Cevherin şekilli olması zaten mümkün değildir
çünkü tarz sınırlılık getirir. Uzamlı cevherde biçim ayrılığı ölçülebilir
olmaya dayanır. İki farklı cisim cevher ve sıfat bakımından birbirlerinden
ayrılmasa da tarzları bakımından ayrılırlar. Bu ayrımı da sağlayan şekil ve
hareket tarzlarıdır.
Sorulması gereken asıl soru şudur:
neden ruhun dışında maddi şeylerin olduğuna inanıyorum? Çünkü his yolu ile
tanıyabileceğim şeyler irademe direniyor. Kaynağı ben olsaydım, onları
düşünerek ya da hissederek değiştirebilirdim. Oysa ki hissederek, onları
değiştiremediğim için bunların kaynağı benden kaynaklanmamalı. Maddi şeylerin
kaynağı Tanrı mıdır? Yaratılmış olmaları bakımından Tanrı’ya bağımlı olsalar
da, şekilli şeyin nedeni de şekilli olmalıdır. Tanrı şekilli olamayacağın için
düşünen cevherden farklı olarak uzamlı cevher olmalıdır. Cisimde uzamdan başka
bir şey yoktur. Bedenin delili beraber hareketliliktir. Uzayın var olduğunu sanmak seyrelme ve
boşluğa dair önyargılarımızdan kaynaklanır. Örneğin, bir hacimli a
büyüklüğündeki uzam parçası, dört hacimli a büyüklüğüne dönüştüğü zaman arada
boşluk ya da uzay parçaları olduğunu zannederiz. Halbuki araya başka uzam
parçaları girmiştir. Parçaların birbirinden ayrılmasını boşluk zannetsek de
boşluk yoktur, sadece uzam vardır. Uzam, üç boyutta işgal edilen yerdir ve
boyutlara önceliği vardır. Tıpkı zaman anlayışında olduğu gibi uzay anlayışında
da Descartes ile Newton büyük oranda farklı düşünmektedirler. Descartes’a göre
bütün evrenin bir konumu, hareketi ve yeri yoktur.
Descartes, yer ve mekanı birbirinden
ayrırır. Yer, bir durum belirtir, diğer şeylere göre konumdur ve hareketli ilgilidir. Örneğin, kap
ile içine konulan şey arasında zorunlu bağ yoktur. Mekan ise iç mahaldir yani
şekil ve büyüklükle alaklıdır. Örneğin, kabın içi ile dışı arasında zorunlu
bir bağ vardır. İçinde uzam bulundurmayan mekan yoktur. Boşluk mevcut olamaz.
Uzay, boşluk olarak düşünülemez, tamamiyle doludur.
Cisimdeki tüm çeşitlilik, parçaların
hareketine bağlıdır. Hareket, bir madde parçası ya da cismin ona doğrudan temas
eden komşu cisimlerin değişmesidir. Cisim, bir arada nakledilenlerin tamamıdır.
Hareket, hareket edenden bağımsız değildir. Bir cismi hareketli idrak etmek,
bütününü hareketli olarak idrak etmek demektir. Böyle olmasa iki farklı yöne
doğru hareket ediyormuş yargısına kapılırdık. Aksiyon miktarı, hız ile birim
zamanda hareket eden uzam parçasının çarpımına eşittir.
Isaac NEWTON(1643 – 1727)
Mekanın, zamanın ve hareketin
doğası hakkındaki 17. yüzyıl görüşlerini şekillendiren en önemli soru, gerçek
bir boşluğun mümkün olup olmadığıdır. Eski atomculuğa ve Demokritos’a göre,
boşluk yalnız mümkün olmasının yanında, maddenin en küçük ve bölünmez
parçalarının arasında gerçekten bulunur. Aristoteles, boşluğun olanaklılığını
red etmiştir, çünkü tanım gereği boşluk hiçtir ve hiçlik var olamaz.
Aristoteles’e göre evren sabit yıldızların en dıştaki katmanıyla sınırlanan
madde ile doludur. Aristoteles'e göre zaman, sadece hareketin ölçüsüdür, burada
“hareket” ile niteliksel değişim dahil olmak üzere herhangi bir değişim
kastedilir. Değişmeyen döngüsel hareketi sabit yıldızların hareket hızı ile
tanımladı. Yer değişikliğini hareketin bir çeşidi olarak tanımladı. Hareket,
genel olarak kuvvenin fiil hale geçişi olarak tanımladı. 17. Yüzyılına
gelindiğinde hareketin bu açıklanışı yetersiz görülüyordu.
Aristoteles veya Descartes’da
herhangi birisi, bir cismi ve çevresini doğrudan görebilirse, bir cismin mutlak
hareketini de gözlemleyebilir. Newton’a göre ise mutlak uzayın parçalarına
duyulurla erişilemeyeceği için görünün hareketlerden mutlak hareketi ayırmanın
oldukça zor olduğunu söylemiştir.
Doğa Felsefesinin Matematiksel
İlkeleri
Mutlak, gerçek ve matematiksel zaman,
kendi içinde ve kendi doğasında, dışsal bir şeye atıfta bulunmadan, tekdüze akar.
Göreceli, görünür ve umumi zaman, hareket yoluyla herhangi bir duyulur ve
harici ölçüm süresidir. Örneğin, bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl - gerçek
zaman yerine yaygın olarak kullanılır.
Mutlak uzay, doğası gereği hiçbir
dışsal şeye referansı olmadan, her zaman homojendir ve hareketsiz kalır.
Göreceli uzay, mutlak uzayın hareket edebilir ölçüsü ya da boyutudur. Böylesi
bir ölçü veya boyut, duyularımız tarafından uzayın cisimlere göre durumundan
belirlenir. Mutlak ve göreceli uzay, türce ve büyüklükçe aynıdır, ancak her
zaman sayısal olarak aynı kalmazlar. Örneğin, eğer dünya hareket ederse,
havanın, göreceli bir anlamda ve yeryüzü ile ilgili olarak her zaman aynı
kaldığı alanı, mutlak anlamda değişecek.
Mekan (yer) cismin kapladığı uzay
parçasıdır ve uzaya göre mutlak ya da göreceli olabilir. Uzayın parçası olarak cismin konumunu
veya dış yüzeyini söylenmemektedir. Eşit katıların yerleri her zaman eşittir,
yüzeyleri ise şekillerin birbirine benzememesi nedeniyle çoğunlukla eşit
değildir. Bir bütünün hareketi, parçaların hareketlerinin toplamı ile aynıdır;
yani, bir bütünün yerindeki konum değişim, parçalarının yerlerinin konumlarındaki
değişikliklerin toplamı ile aynıdır ve bu nedenle, bir bütünün yeri, parçaların
yerlerinin toplamı ile aynıdır.
Mutlak hareket bir cismin mutlak bir
yerden diğerine göre pozisyonundaki değişimdir; göreceli hareket ise göreceli bir yerden diğerine göre
pozisyonundaki değişimdir. Bu nedenle, eğer Dünya gerçekten hareketsizse, bir
gemide göreceli şekilde duran bir cisim, geminin yeryüzünde hareket ettiği hız
ile gerçekten ve mutlak olarak hareket edecektir. Ama eğer Dünya de hareket
ediyorsa, cismin gerçek ve mutlak hareketi, kısmen Dünya’nın hareketsiz
uzaydaki gerçek hareketine ve kısmen de geminin yeryüzündeki göreceli
hareketinden doğacaktır. Bütün hareketler hızlanabillir ya da yavaşlayabilir
ancak zamanın mutlak akışı değişmeyecektir.
Zamanın bölümlerinin düzeninin değişmemesi
gibi uzayın bölümlerinin düzeni de değişmez. Uzay ve zaman hem kendilerinin hem
de her şeyin yeridir. Her şey ard ardalık düzenine göre zamanın içinde yer
alır. Aynı şekilde, her şey pozisyonun düzenine göre uzayda yer alır. Mutlak
hareket, mutlak yerlerin pozisyon değiştirmesidir. Ancak uzayın parçaları
görülemediği için ve duyular aracılığıyla birbirlerinden ayrılamadıkları için,
onların yerine duyulur ölçüler kullanırız. Bu sebeple, bütün yerleri,
pozisyonlara göre veya hareketsiz olarak gördüğümüz herhangi bir şeyin
uzaklığına göre tanımlarız. Bu sebeple, mutlak yer ve hareketler yerine aslında
göreceli olanları kullanırız.
Mutlak ve göreceli dinginlik ve
hareket özellikleri, nedenleri ve etkileriyle birbirlerinden ayırt edilirler.
Dinginlik helinde olan bir cismin özelliği ancak dingin halde olan başka bir
cisme göre belirlenir. Bu nedenle, sabit yıldızların veya onların ötesindeki
şeylerin mutlak olarak dinginlik halinde olması mümkün olsa da, bulunduğumuz
yerden onların birbirlerine göre konumlarını bilemeyeceğimiz için mutlak
dinginlik tanımlanamaz. Mutlak veya göreceli hareket cisimlerin konum
değişikliği üzerinden belirlenemez.
Bir yer hareket ettiğinde, onun
içinde ne varsa hareket eder. Böylelikle, yer değiştiren bir cisim aynı zamanda
yerin hareketine de katılır. Bu nedenle, hareket eden yerlerden uzaklaşan tüm
hareketler, yalnızca tam ve mutlak hareketlerin parçalarıdır ve her hareket,
başlangıç noktasından uzakta bir bedenin hareketiyle birleştirilir. Sonuç olarak,
bütün ve mutlak hareketler, yalnızca hareketsiz yerlere göre belirlenebilir. Dahası,
hareketsiz olan yegane yerler sonsuzluktan sonsuza kadar birbirlerine göre konumlandıkları
ve bu nedenle her zaman hareketsiz olarak kalırlar. Böylece hareketsiz uzayı
oluştururlar.
Gerçek ve göreceli hareketi
birbirinden ayıran nedenler hareketi ortaya çıkarmak için cisme uygulanan
kuvvetlerdir. Gerçek hareket, hareket eden cismin kendisinden etkilenen
kuvvetler haricinde ne üretilir ne de değişir, ancak bu beden üzerindeki
kuvvetler izlenmeden göreceli hareket üretilebilir ve değiştirilebilir. Bu
nedenle, gerçek hareket korunduğu takdirde her göreceli hareket
değiştirilebilir ya da gerçek hareket değiştiğinde göreceli hareket
korunabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder