Hegel - Mevcudun Tarihi




Hegel’in tarih felsefesi hakkındaki bu yazıya öncelikle Hegel’in varsaydığı bazı ön kabullerden bahsederek başlamak istiyorum. Ancak bu ön kabulleri varsayarak ve yazıyı okurken de bu ön kabulleri hatırlayarak Hegel’in sisteminin içine girebilir ve mümkünse bu sistemin içinden eleştiri yapılabilir. Bu aksiyomlar kabul edilmediği takdirde, söylenilenler hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

İlk ön kabul: Akıl ya da Tanrı dünyayı yönetir ve evrensel tarih, akli şekilde cereyan eder. Tanrı, egemen hakka sahiptir ve tarih onun takdirinden başka bir şey değildir. Akıl  sonsuz cevhere (substance), sonsuz güce ve sonsuz içeriğe sahiptir. Akıl hem doğal evrende hem tinsel evrende kendi ereğini  koyar. Felsefi düşüncenin görevi bu ereği, yani tarihte dünyanın son amacını aramaktır çünkü akıl evrensel tarihte mevcuttur ya da başka deyişle bu tarihte kendini sunar. Dolayısıyla, evrensel tarih aklın görünüşü ve eseridir. Tarih, dünya tininin (Weltgeist) akli ve zorunlu ilerleyişi olmuştur.  Tarihte gerçekleşen ne varsa, hepsi tinin temsilidir.

İkinci ön kabul: Özgürlük bilinci tinin tek amacıdır. Tin, tarihsel süreçte özgürlüğün peşinden gider çünkü tin, kendi özgürlüğünün bilincine vararak kendini gerçekleştirir. Tinin kendi özgürlüğünün bilincine varması tinin aklını oluşturur.  Evrensel tarih, özgürlük bilincinin ilerleyişidir. Dünya tini kendi özgürlüğüne herkesin özgürlüğü ile ulaşabilir.

Üçüncü ön kabul: Tarih, İdenin üstüne kuruludur ve nedeni Tanrı’ya tatmin (satisfaction) vermektir. Tinin amacı kendi bilincine ulaşarak dünyayı kendine uygun hale getirmektir. Tin ne ise o olmalıdır ve kavramını nesnelleştirmek zorundadır. Çünkü ancak bu nesnellik içinde kendi saadetinin (felicité) bilincine varabilir. Bir sanatçı kendi varlığını dışsallaştırma ihtiyacı duyar ve eserinde kendisinin tadını çıkarır.

TİN


Tinin doğası bir soyutlama değildir, aksine tin, canlı bir varlıktır, tümel ve tikel bireydir. Belirli ve tikel olduğunda halk tini (Volkgeist) olarak adlandırılır. Tanrı her yerde olduğu (omniprésent) olduğu için, tüm insan bilinçlerinde de belirir; işte buna dünya tini (Weltgeist) diyoruz.

Tin tarihin cevherini oluşturur, her zaman kendisine özdeş olarak kalır ve kendini evrenin yaşamında açığa çıkarır. Her şeyi içinde barındırır ve her yerde mevcuttur çünkü ebedi olarak kendi nezdindedir. Doğru olan şey, kendi içinde ve kendisi için sonsuzdur; dünde ya da yarında değil, şimdi-dedir, mutlak bir mevcudiyeti vardır. Geçmişe ait görünen her şey İdede ebedi olarak saklanır. Mevcut dünya tininin bilinci, tarihte daha önce gözükmüş bütün önceki formları içinde barındırır. Tin her zaman kendi içindeydi ve fark, kendi içinde gelişmesinden kaynaklanıyordu. Mevcut dünya tini, tinin kendisinden yaptığı kavramdır; dünyayı idare eden ve yönetendir ve 6000 yıllık çabanın bir sonucudur.

Tin sadece kendinin bilincinde olduğunda bilinçlidir çünkü ben bir nesneyi ancak kendimi ve kendi belirlenimimi nesne haline dönüştürebilirsem bilebilirim. Sonuç olarak, tin malzemesini önünde bulmaz, ancak kendini, kendi nesnesi ve malzemesi haline getirerek işleyeceği malzemeye ulaşır. Herhangi bir dışsallığa ihtiyaç duymaması, onun özgürlüğünün özüdür.

Tin kendi merkezine yöneldiği zaman, özgürlüğünü mükemmelleştirmeye çalışır. Etkendir ve etkinlik onun özüdür. Kendi kendinin ürünü, başlangıcı ve sonudur. Özgürlüğü durağan bir varoluşa sahip değildir, aksine özgürlüğünü tehdit eden her şeyin sürekli değillenmesidir. Tin, kendi hakkındaki bilgisine göre edimde bulunarak bir gerçekliğe dönüşür.

Tin sonsuz olasılıkla başlar, ancak sonrasında sonsuz içeriğini kendinde (en soi) olarak içine alır ve bu içeriği sadece sonucunda ulaşabileceği amaç olarak ortaya koyar. Kendi içinde kalmak tin için kusurlu bir durumdur. Bu kusurlu durum tinsel yaşamı doğallığın kabuğunu kırmaya, yani duyusal malzemeden çıkmaya zorlayan eğilimdir. Aynı zamanda bu kusurlu durum sayesinde tin bilincin ışığına çıkabilmek için kendi ötekiliğini (Fremdheit) yaratır. Kavramın diyalektiği, kendini belirlemek, kendi içinde belirlenimler yapmak; bu belirlenimleri kaldırarak ve aşarak daha zengin ve daha somut bir pozitif belirlenim kazanmaktır.

Tin kendi içinde kendisine karşı çıkar. Aşmak zorunda olduğu engeli kendi için yaratır. Bu sebeple, tin için tarihsel ilerleyiş kendisine karşı sonsuz savaşımıdır. Tinin istediği şey kavramına ulaşmaktır. Ancak kendisi bunu gizler ve kendisinin bu yabancılaşmasında gururlu ve neşe dolu hisseder.

Tinin ilk bilgisi insan bireyi formunda ortaya çıkar, bu formda tin duyusaldır. Herhangi bir nesnellik yoktur, birey kendini belirlenmiş şekilde bulur. Birey, bu belirlenimi aşmayı ararken kendini bölmüş olur ve bu bölünmüşlükte bir çelişki açığa çıkar. Bu çelişkiyi ortadan kaldırmaya çalışırken arzuya (désir) dönüşür. Arzunun nesnesi, bireyin birliğinin tekrar inşasıdır. Ancak arzu nesnelerinin algısında birey kendini dışsallaştırır, dışsal bir şey haline gelir. Bu sebeple, arzuda öz bilinç durumu mümkün değildir. İnsan yalnızca düşünceye göre kendini içselleştirebilir ve idealleştirebilir. İnsan aynı zamanda düşünendir ve düşünme, evrensel olanı bilmektir. İnsan ereklere göre eyleyebilir ve bu erekleri evrensele göre belirleyebilir.

Tanrı ve iradesinin doğası bir ve aynı şeydir, buna İde diyoruz. İdenin kendini gösterdiği üç biçim vardır: doğa, tin ve düşüncedir. Doğa, Tinin bilince ulaşmamış varlığıdır. Doğa, İdenin bir ögesidir ve İdenin bilinir hale geldiği alandır.

Tanrı'nın şereflendirilmesi, Tinin ve tarihin amacıdır. Tin şudur: kendini nesnelleştirmek ve kendini kavramak. Bunun bir sonucu olarak yalnızca gerçekten kendisinin bir ürünü olarak var olur. Kendini kavramak, düşünceyi kavramaktır, bu düşünce Mutlak olanın zihnidir. Tinin amacı, kendine mutlağın bilincini vermektir, bu bilincin tek doğru olarak verilmesini sağlamaktır: buna göre her şey bu bilince göre düzenlenmiştir ve bu bilinç evrensel tarihi yönetir. Bu bilinci olgularda tanımak Tanrı’yı onurlandırmak ve doğruyu şereflendirmektir. İşte bu bilinç mutlak nihai erektir. Tanrı'ya verilen onurda, bireysel tin tikel tin olarak değil ancak  Tanrı'nın şerefine olan eyleminin mutlak eylem (action absolue) olduğunu bilerek payını alır. Burada bireysel tin doğrulukla ve mutlakla ilişki içindedir. 

İDE

İdenin ilk ilkesi soyut olarak idenin kendisidir; diğer ilkesi ise insan arzuları tarafından oluşturulur. Arzular, çıkarlar ve etkinlikler yığını dünya tininin ereğine ulaşmak için kullandığı araçlardır. Dünya tininin tek ereği kendini bulmak, kendine dönmek ve gerçeklikte kendini temaşa etmektir. Somut özgürlük bu iki en uçtaki noktayı birleştirir. Tümel olan, tikel olan aracılığıyla gerçekleştirilmek zorundadır. Dolayısıyla, tümel, sonlu ereklerde mevcuttur ve onlar tarafından gerçekleştirilir.

Tarihteki büyük insanlar (grands hommes) tikel ereklerini dünya tininin iradesine vermişlerdir. Bulundukları dünyada ve zamanda doğrunun ne olduğunu bilirler. Büyük insanların arzularına itaat ettikleri düşünülür, aksine istedikleri şey evrenselin kendisidir.

Mutlak ereğin tarihsel olarak gerçekleşmesinde ikinci önemli an devlettir. Yurttaşların özel çıkarları ile devletin genel ereği birleştiği noktada, devletin iyi düzenlendiği söylenebilir. Bu birleşmenin gerçekleşebilmesi için devletin kendi genel ereğinin bilincine varması ve bu amaca uygun birçok kuruluş tesis etmesi gerekir.

Devlet, bireyin özgürlüğüne ve özgürlüğünün keyfine vardığı gerçekliktir. Devlette özgürlük nesnelleşir ve olumlu olarak gerçekleşir. Doğru, öznel irade ile genel iradenin birliğidir; devlette evrensel, kendini yasalarda ve akli belirlenimlerde ifade eder. Öznel irade baskı altına alındığında, kendi içine döner. Bu itilme evrenselin varlığı için gereken ilk andır. Sonuç olarak, evrensel ide kendini devlette gösterir. Evrensel tarihte oluşan şey tanrısal olan ile öznenin kesinlikle birleşmesi ve gerçekten uzlaşmasıdır. Bu öyle bir uzlaşmadır ki, bir yandan özne tinin nesnelleğinde özgürlüğünü kaybetmez, aksine bağımsız bir hak kazanır; diğer yandan Tin mutlak hakkını devam ettirir.

Yasa  tinin nesnelliğidir; irade burada kendine itaat eder. Devlette öznel irade yasalara boyun eğdiği ölçüde, özgürlük ve zorunluluk (ide’nin zorunluluğu) arasındaki karşıtlık ortadan kalkar. Akli olan tözsel olarak zorunludur. Biz akli olanı yasa olarak tanıdığımız ve onu doğamızın cevheri olarak görerek itaat ettiğimiz sürece özgürüzdür.

Bireyin evrenselleşmesi, bireye herkes için ahlaki açıdan değerli olanı öğreten eğitimin işidir. Eğitim, etiği (Sittlichkeit) empoze eder. Eğitimin ereği bireyin yalnızca öznel bir varlık olmasını sonlandırıp devlette nesnel hale gelmesini sağlamaktır. Birey kendi halkının tinine uygun olduğu ölçüde değere sahiptir. Tutkunun öznel çıkarı evrenselin doğrulanmasından asla ayrılmaz; çünkü evrensel tikel aracılığıyla meydana gelir. İnsan arzuları kendiyken (en soi) doğaldır, yani bilinçsizdir. Bunun bilince yükselebilmesi için devlet gereklidir. Tutku, insan karakterinin ve evrenselliğin mutlak birliğidir. Tinin öznel tikelliğinin ide ile özdeşleşme tarzında hayvansal bir şey vardır, bu da tutkudur.  İde, tutkuları tükensinler diye birbirleriyle savaşmaya yollar. Tutkuların bu mücadelesi bir anlamda seçilimdir. Buna aklın kurnazlığı (la ruse de la Raison) denir. Dolayısıyla bireyler tarih sahnesinde kurban edilir.

Tin kendisini bu alanlarda ileri sürer : dinde mevcuttur, Tanrı ve Varlık olarak; sanat tini görünüş ve duyusal görü olarak sunar; felsefe tini düşüncede bilir ve kavrar. Bu oluşumlar ayrılmaz bir şekilde Devletin tininde birleşir. Sonuç olarak belirli bir devletin ancak belirli bir dini, belirli bir sanatı ve belirli bir felsefesi olabilir. Bu oluşumlar devlete içkindir.

Tüm tinsel edimlerin ereği özgürlük idesi ve onun araçları arasındaki birliği bilince çıkarmaktır. Din, bu bilinçli birliğin bir formu olarak başta gelir. Dinde, dünyada var olan tin mutlak tinin (l’Esprit absolu) farkına varır. İnsan kendisini tanımalıdır ve evrensel tinle olan kökensel birliğinin açık bilincini kazanmalıdır. Bu bilginin merkezi dindir. Dolayısıyla din bir halkın genel sınırını çizer ve temelini kurar. Devlet dinden çıkmıştır ve ona her zaman tutunur: her belirli devlet, belirli bir din üzerinden doğmuştur. Din, tinin kendisini tanıması ve kendisini gerçek bir tin olarak bilmesi için bir dünya yaratır.

Bireylere içsel olan ebedi ve kutsal bir öge vardır. Bu öge öznel ahlak (Moralitat), kolektif etik (Sittlichkeit) ve dindarlıktır. Birey, bir yanıyla dünya tininin bir aracıyken, diğer yanıyla bu ereğe katılır ve kendinde amaç olarak var olur. Birey yalnızca taşıdığı kutsallıkla kendinde amaç  olabilir: bu da aklın kendini belirlediği edim olan özgürlüktür.

TARİHİN BAŞLANGICI

Felsefi kavrayış tarihi akılsallığın dünyada var olmaya başladığı noktada ele alır. Yalnızca devlet ürettiği içerikle tarihin oluşmasını sağlayabilir. Devlet aşamasına yükselmiş topluluk yönerge ve yasaları ister. Devletin var oluşu yasaları ve akli gelenekleriyle dışsal bir varoluştur; bu varoluşun tamamlanabilmesi için geçmişin bilinci gereklidir. İlk olarak devlette yasaların bilinciyle eylemler açıkça ortaya çıkar, bu eylemlerle ilgili apaçık bir bilinç var olur, bu apaçıklık da onları olduklarını gibi saklama yetisini ve gereksinimini gerektirir. Devlete hem geçmişin bilincini kazandıracak hem de devlette meydana gelecek eylemleri saklayacak yeti Mnemosyne’dir. Bir halkın kendi tini hakkında açık bir bilince varması ile Mnemosyne’nin o halka kendini göstermesi aynı anda olur.

GELİŞME

Tinsel formlarda değişim yüzeyde gerçekleşmez, kavramda gerçekleşir. Doğada tür hiçbir gelişme göstermez, tinde ise her değişim bir gelişmedir. Tinin dünyasında meydana gelen her form, bir önceki formun biçim değiştirmesidir: bu yüzden, tinsel formlar zamanda ortaya çıkar. Dolayısıyla evrensel tarih, tinin zaman içinde tıpkı İdenin uzam içinde doğa olarak ifade edildiği gibi açıklanmasıdır. Gelişme sonsuzluğa doğru sınırsız bir gelişme değildir, bu gelişmenin bir ereği vardır: kendine dönüş. Belirli bir dairesel hareket vardır: Tin kendisini arar.

Bir halkın tikel tini düşebilir, yok olabilir, ancak dünya tininin genel ilerleyişinde bir aşama oluşturur ve dünya tini yok olmaz. Halk tini kendi bilgisine ulaştığında, görevini sonlandırmış olur. Bu görevini tamamlama onun düşüşünü gösterir ve bu düşüş diğer bir aşamaya ve farklı bir halk  tininin doğuşuna işaret eder. Belirli her yeni halk tini, dünya tininin özgürlüğünün bilincini kazandığı yeni bir çarpışma aşamasını temsil eder. Şimdiki varoluş biçiminde eski varoluş biçimleri tamamen içsel bir biçimde muhafaza edilir. Evrensel tarih tiyatrosunda, tin en somut gerçekliğine ulaşır.

DÖRT AN

Evrensel tarih, içeriği özgürlük bilinci olan ilkenin evriminin aşamalarını sunar. Bu evrimin aşamalar halinde olmasının sebebi, tinin kendi içindeki ayrımı ve farklılığı temaşa etmek istemesidir.

Doğu İmparatorluğu

İlk an, Doğu anı, dolaysızlık, tinin doğallığa gömüldüğü ve bir tane tekillik üzerinden devlete denk geldiği an (birey yok, sadece bir despot özgür). Ailenin ereği ailenin reisinin kişiliğinde ve iradesinde vücut bulur. Doğrudan aracısız bir etik düzen vardır ve yasallık Doğu anına hakim değildir. Doğu tinini belirleyen görüdür: doğu tininin varlık tarzı henüz bir temsil nesnesi değildir. Doğu dünyasının ilkesi, bireylerin öznel özgürlüklerini henüz kazanmadıkları, herkesin sahibi olan bir reisin (tek gerçek cevher olan) ilineği olarak somut şekilde var oldukları evredir. Hükümdar, devletin kendisidir.

Yunan Dünyası

İkinci an, Yunan anı, tin özgürlük bilincine varır ancak kusurlu ve kısmi bir şekilde, çünkü doğallıktan kurtulamamıştır. Bireysellik dolaysız etiğin içinde gelişir. Bu dolaysız etik, henüz ahlak (moralité) olmayan kendiliğinden etiktir ve kendini bireye dayatır; bireyin iradesi pratik geleneğe hala bağlıdır. Birey, evrensel erekle kendiliğinden (reflektif olmayan) bir birlik içinde bulur kendini.

Roma Dünyası ve Hristiyanlık

Roma imparatorluğunun biçimi evrenselliktir, bu var olan bir erektir ancak soyut bir evrenselliktir. Devlet, yasalar, anayasalar amaçlardır ve birey kendini bunların hizmetine sokmalıdır: birey bunların içinde kaybolur ve kendi ereğine bu evrensel ereğin içinde ulaşabilir. Özgür bireyler bu amaç uğruna feda edilirler, çünkü kendilerini bu soyut evrenselliğin hizmetine sokmak için kendilerinden vazgeçmeleri gerekir. Bir sonraki ilkeye geçiş, bu soyut evrensellik ile bireysellik arasındaki çatışma olarak değerlendirilmelidir. Tinsel uzlaşma, bireysel kişiliğin kendi içinde ve kendisi için var olan evrensellikte arındırılmış olması, kendisinde ve kendisi için kişisel bir öznelliğe dönüşmesidir. Bu da ilahi kişiliktir (personnalité divine) ; bu ilahi kişilik dünyada görünmelidir, kendi içinde ve kendisi için var olan evrensel olarak.

Hristiyanlıkta İde ya da Tanrı önce baba, kudret, soyut evrensel, gizli olarak vardır. Sonrasında, kendi kendisinin nesnesi haline gelir, kendisinden başkadır, oğuldur. Ancak bu başka doğrudan doğruya kendisidir de: nesneleşerek kendini bilir ve temaşa eder. Üçüncü olarak tin, kendi hakkındaki bilgisi ve temaşasıdır. Tin her şeydir, ne salt baba ne de salt oğuldur. Felsefe aklın idesini Hristiyanlıkta bulur.

Cermen Dünyası

Dördüncü an Cermen anıdır. Tikel özgürlüğün saf evrensellik özgürlüğüne (insanın insan olarak özgür olduğu), bireyin kendi bilincine varması  ve tinsel  cevherin duygusuna yükselmesi.

Cermen dünyasının formu iki şeyi içerir: ilk olarak, Tin kendi içinde soyuttur ve tinin soyutlaması olarak kalır; ikinci olarak, bilinç, ilahi kişilik olarak öznelliğin iradesi dünyada bireysel özne olarak ortaya çıkar. Ancak bu bilinç, daha sonra gerçek tinin hükümdarlığını (regne de l’esprit réel) oluşturmak için gelişecektir. Bu form Cermen dünyası olarak tanımlanabilir ve ilkesi mutlak uzlaşmadır (consolation absolue). Özne kendisi için, yalnızca evrensele uygun olduğunda ve özde kaldığı sürece özgürdür. Bu, somut özgürlüğün (liberté concrete) hükümdarlığıdır. İsa, dünyaya geldiğinde uzlaşma kendi içinde ve kendi için gerçekleşti. Başta Tin tarafından terk edilmiş olan seküler dünya Kilise tarafından bastırılmıştır. İki çatışan ögenin yıkılmasıyla barbarlık yok olur ve tin evrensel olarak ona layık olan üst formunu bulur: rasyonel düşünce biçimi, özgür düşünce. Geriye çekilmiş Tinin kendisi ilkesini kavrar ve özgür biçimde ilkesini kendi içinde üretir: düşünce biçimi, dış gerçeklikle uyumlu hale gelir. Böylelikle tinsel erek seküler dünyada kendini gerçekleştirebilir. Devlet ile kilise arasındaki çatışma ortadan kalkar, tin artık devlete yabancı değildir.

Özgürlük, kavramını gerçeklikte bulur ve seküler dünyayı, organik ve nesnel bir sisteme dönüştürür. Tarihin anlamı bu aşma sürecinde yatar. Evrensel tarihin amacı, Tinin yeni bir doğa, kendine uygun bir dünya oluşturma noktasına doğru gelişmesidir, böylece özne tin kavramını bu ikinci doğada, özgürlüğün ve öznel rasyonelliğinin nesnel bilincinde bulur.


Yorumlar

  1. Felsefe konularının anlatımı bana göre oldukça zor bir olgudur. Başlıkları açıklamak için genel kabul görmüş anlamları sarih (açık, seçik, bilinen) kavram ve kelimeleri kullanmalıyız. Köre renk tarif etmek için renklerden faydalanamazsınız..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder