Mélange
Düşünce akışını durdurarak bir temsil elde ediyorsun.
Temsilin kendisi ise döngüsel bir devinim içinde. Bu döngüsel devinim,
düşüncenin yolunu değiştiriyor ve düşünce akışına devam ediyor. Yeni bir durakta, yeni bir temsil beliriyor.
Düşüncenin akışı aslında hiç durmuyor, düşüncenin özsel hareketi, düşünceyi
durdurarak elde ettiğimi sandığım temsilin döngüsel hareketine geçiyor.
Düşüncenin akışını, sürekli devinim halinde
olan ve sınırlı zamanda meydana gelen çizgisel hareketini, döngüsel harekete
dönüştüren bütün temsiller, aslında kendi içlerinde sürekli dönüşen temsiller barındırlar,
bu döngüsel hareket iç – dış ayrımı yok ederek hangi temsilin hangi temsil
içinde olduğunu belirlemeyi imkansız hale getirir. Temsillerin döngüsel olarak
devinerek sürekli birbirine içine girmesinin temsili, bilincimin temsilinin
kendisidir. Bilincim kendini temsil
ederek var oluyor çünkü kendinde şey olarak bilincim kendi kendinin bilincine
varamıyor. Bilincim bir süre de olsa var olmaya yazgılı, var olmasını mümkün
kılan ise temsil üretme etkinliğidir. Kendi temsilinin içinde sürekli
dönüşerek, düşünceyi ya da düşünerek kendi temsilini mümkün kılıyor. Kendi
temsilini, kendine temsil ettiği an; kendine çizdiği sınırları sürekli aşıyor,
daha ilerisine uzanıyor. Kendini devinimsiz olarak asla temsil edemiyor çünkü
buna ulaştığını sandığı an, başka bir devinimi istemsizce başlatmış oluyor. Bu
anlamda, bir bilincin noumenon olabilmesi için başka bir bilincin; bu bilincin
bilinçsizleştiğini bilmesi lazım. Bu da ancak yaşayan bilincin öldüğünü,
bilinçsizleştiğini gözlemekle mümkün.
_________________________________________________________________________________
Kant hayatını istemediği halde sürdürenlerin eyleminin
maksiminde ahlaksal içerik bulur çünkü Kant, birbirine eklemlediği pratik-etik
görüşünde amaç-sonuçluluğu değersizleştirmiştir. Aristoteles'ten beri doğaya ve
insana hükmeden telos, adeta paçavra haline gelmiştir. Buna bağlı olarak
kazanç, fayda, çıkar, ödül gibi insana mutluluk hormonu salgılatan bütün
olgular değersizleşmiştir. Bu zamana kadar telos dünyasında yaşadık ve telos'un
hiç hakim olmadığı kadar hakim olduğu yıllarda dünyaya geldik. Telos'dan
vazgeçen zorunlu olarak mutluluktan da vazgeçer. Peki, bu mutsuz insan neden
intihar etmemelidir? Çünkü mutsuzluğunun sebebi telos dünyasında yaşama gelmiş
olması ve o ana kadar eylemlerini hep amaç sonuç ilişkisi içerisinde
gerçekleştirmiş olmasıdır. Her alışkanlığı bırakmak acı verir, böyle bir
alışkanlıktan vazgeçmek ise süblimin kendisidir ve geriye dönüş yoktur. İnsan,
var olduğu için var olmalıdır. Zamanı dolduğunda da toprağın altında uykuya dalmalıdır.
_________________________________________________________________________________
Bize
verilebilecek en büyük vaat bilinçsizliktir. Yargıç Tanrı, yeryüzünde yeterince
acı çekenleri, bilincin olmadığı cennetine alacak. Yeterli acıyı çekmeyenler
ise döngüsel olarak yeryüzüne gelecekler. Hepsi sonunda, Tanrı'ya yani
bilinçsiz bilince, bilinçsiz şekilde ulaşacaklar. Tanrı, insanı acı çektiği
için yarattı. Acısını paylaşmak istiyordu. Zamanın öncesinde yarattığı her bir
ruh bilinçsizliğe kavuştuğunda, O da kendi bilincini yok edecek.
_________________________________________________________________________________
neden sorusu,
tüm anlamlılığın çekirdeğidir.
işte bu yüzden
katilidir tüm insanlığın.
_________________________________________________________________________________
gözyaşının içinde sessizlik akıyor,
toprağın altında çürümeye terk edilmiş anılarla birlikte.
bu anılar, benim miydi?
gerçekten ben mi yaşadım bunları?
belki başka bir zamanda,
ama bu zamanda değil.
bunlar benim değil ya da
ben, bunlar değilim.
sessizliğin içinde benliğim saklı,
gördüğüm bu dumanla birlikte uçup gidiyor.
sonunda,
özgürüm.
bilincim sürekli devinim halindeyken,
yalan ya da
hakikat
mümkün mü?
_________________________________________________________________________________
Yaşamaya değer hiçbir şey bulamadığımızın farkına
vardığımızda kendimize sorumluluklar yüklüyoruz. Bu sorumluluklar özellikle
dışsal kaynaklı olduğunda vazgeçmemiz daha da zor oluyor. Bu sorumluluklar,
aslında anlamın kendisini üreten şeyler. Ölümden sonraki bilinemezlikle
birleşen bu anlam, bu hayatı yaşamaya yazgılı kılıyor bizi. Risk almak
istemiyoruz çünkü hala bilmesek de önümüzde hipotetik olarak kaybedecek çok
şeyimiz var. Bilinemezlik eğer inanca sevk etmiyorsa arafı yaşamak zorundayız,
başka bir seçeneğimiz yok. Hissetmenin ya da şartlanmanın döngüsünde karar
kılınan vakti doldurmak zorundayız. Belki bunun farkına varabilmek gerçek
özgürlüktür, bunun dışına çıkamamanın farkına varabilmek; tıpkı bir yasaya boyun
eğmenin ama kendi yarattığın yasaya boyun eğmenin özgürlük olduğu düşüncesi
gibi. Bir zorunluluk altında
düşünülmeyen özgürlüğün hiçbir anlamı yok çünkü manayı mümkün kılan şey
zorunluluk ve bir anlamda bu zorunluluğa boyun eğiş/kaçış. Özgürlüğün hiçbir pozitif tanımını mümkün
kılmak olanaklı değil çünkü özünde hep bir isyan içermekte. Özgürlük kavramı
her zaman bir direnç alanı ya da isyancı bir kavram olarak düşünülmek zorunda.
Özgürlüğün pozitif kavramında bile aşılamayan bir negatiflik her zaman muhafaza
ediliyor. Bu pozitif kavramın hüviyetini belirleyen şey tamamiyle inkara
dayanıyor aslında. Bu yüzden, teorik olarak özgürlüğü
tanımlayabilmek/kanıtlayabilmek ya da kökenini gösterebilmek olanaksız çünkü
özü mutlaklığın/zorunluluğun inkarına
dayanıyor ya da başka bir deyişle bütün mutlaklığını sağladığım Tanrı’nın
inkarına dayanıyor. İçsel olan en mükemmel varlık kavramının kaynağını zamanla
kendim olarak görmüyorum ve dışsallaştırarak bu kavrama Tanrı adını koyduktan sonra,
bu kavrama varoluş atfettiğimi sanıyorum. Kendime yabancılaştığım ya da bir
anlamda özüme döndüğüm tek an belki de bu an. Kendi dışıma çıkarak kendimi
bulup kaybediyorum çünkü kendimi bulduğumda hissettiğim tek şey hayal kırıklığı.
Kendimi bulup kaybetmek nostaljinin imkanını ortaya koyuyor. Nostaljiye tutuldukça
ulaşmak isteyip de ulaşamadığım şeyin hazzıyla yanıp tutuşuyorum, tıpkı yolda
olmanın, bir yere varmanın verdiği hazdan daha fazla haz vermesi gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder