AHLAK METAFİZİĞİNİN TEMELLENDİRİLMESİ


Birinci Bölüm: Ahlakın Sıradan Akli Bilgisinden Felsefi Olanına Geçiş

İyi bir iradeden ( guter Wille) başka hiçbir şey sınırsızca ve koşulsuzca iyi olarak düşünülemez. İyi bir iradenin kendine ait içsel sonsuz bir değeri vardır. Diğer her şey, örneğin bir erdem, her zaman iyi bir iradeyi varsaymalıdır çünkü böyle bir iradeden başka hiçbir şeyin içsel sonsuz bir değeri yoktur. Örneğin, soğukkanlılık bir erdem sayılsa da, iyi iradeden yoksun soğukkanlı bir katil çok daha tehlikelidir.

İrade kendinde iyidir, onu iyi yapan sadece istemesidir. İradenin ne başarıları, ne hedeflediği amaçlar onu iyi yapar. Bütün eğilimlerin üstündedir. Yararlılık ya da faydasızlık onun değerini ne artırabilir ne de azaltabilir. İyi bir irade, aynı zamanda mutlu olmaya değer (digne d’etre heurex) olmanın koşuludur.

Bir organizmanın doğal oluşumunda, her alet o amaca en uygundur. Doğanın asıl amacı insanın refahını (bien-etre) devamlı kılmak olsaydı, insan yalnızca içgüdüsel bir organizma olurdu.Akıl ve irade insana bahşedilmezdi ya da doğa, aklın pratik kullanımına izin vermezdi. Akıl, o halde herhangi bir amaç için araç olmayan kendinde iyi olan iradeyi üretmelidir. İyi irade, tek iyi olmasa da en üstün iyidir ve diğer bütün iyileri koşullandırır. Aklın, iyi iradeyi kurması bir tatmin (satisfaction) içerir. Gelişmiş bir akıl mutluluğun peşine düştükçe, gerçek memnuniyetten (vrai contentement) uzaklaşır.
Ödev kavramı, belirli sınırlandırmalarla ve belirli öznel engellerle iyi irade kavramını içerir. Dört eylem çeşidi vardır. İlki, ödeve karşı eylemler. İkincisi, ödeve uygun ancak başka bir eğilim tarafından itilen ve koşullanan eylemler. Üçüncü ve dördüncü eylem çeşidinde ise eylem ödeve uygundur ve öznenin doğrudan doğruya eğilimi vardır. Biri yalnızca ödeve uygundur, diğeri ise ödev için yapılır. Örneğin, hayatı devam ettirme bir ödevdir ve herkesin bunun için doğrudan doğruya eğilimi vardır. Bir insan ancak tüm yaşama isteğinden yoksun olup umutsuzca acı çekiyorsa ve buna rağmen sevmeden hayatını devam ettiriyorsa ancak o zaman maksiminin ahlaki bir değeri olabilir. Çünkü böyle bir insanın hayatını devam ettirmesinde ne korku ne de eğilim hakimdir. Yalnız ödev için yaşamını sürdürür. Kant’ın verdiği bir diğer örnek ise şudur: hiçbir çıkarı olmasa bile sempati doğalı insanlar, doğaları gereği diğer insanların memnunluğundan keyif alırlar. Bunun için yaptıkları eylemler ödeve uygun olsa da, maksimlerinde ahlaksal bir değer yoktur çünkü doğaları gereği buna eğilimlidirler. Adeta kendi acısından başkalarının acısına kayıtsız olan birisi, başkalarına iyiliği hiçbir sempati duymadan yaparsa, ödev için eylemde bulunmuş olur. Mutluluk idesi, bütün eğilimleri kendi altında toplar. Ancak insan, asla belirli bir mutluluk kavramına ulaşamaz.


Ödev için yapılmış bir eylem ahlaki değerini amacından almaz, ilkesi olan maksimine göre alır. Dolayısıyla ahlaki değer, iradenin ilkesine bağlıdır. İrade, biçimsel a priori olan ilkesi ile içerikli a posteriori olan dürtüleri (mobile) arasında yer alır. Bir eylem, ödevden dolayı yapılıyorsa iradede herhangi içerikli bir ilke bulunamaz. Ödevden dolayı yapılan eylem yalnızca iradenin biçimsel ilkesine göre belirlenir. Ödev, yasaya duyulan saygı nedeniyle bir eylemi gerçekleştirmenin zorunluluğudur. Yalnızca yasa, saygının nesnesi olabilir ve dolayısıyla buyruk olabilir. Yasa, irademle hiçbir zaman etki olarak değil, sırf neden olarak ilgilidir. İradeyi iki şey belirler: nesnel olarak ahlak yasası; öznel olarak yasa için saf saygı, maksim böylelikle yasaya boyun eğer.

Saygı, nasıl bir duygudur? Aklın bir kavramı tarafından doğrudan doğruya üretilen bir duygudur. İradenin yasa tarafından araçsız şekilde belirlenmesinin bilincidir, başka bir deyişle yasanın özne üzerindeki etkisidir. Yasayı yalnız saygı ile tanıyabilirim. Saygı, ben sevgisini yıkar. Bu sebeple saygının tek nesnesi yasadır.

İkinci Bölüm: Yaygın Ahlaksal Felsefeden Ahlak Metafiziğine Geçiş

Ödev için eylemde bulunma niyeti hiçbir örnekle gösterilemez.  Ahlaksal değer, eylemde değil, eylemin içsel ilkelerindedir ve bu ilkeleri duyular alanında tecrübe edemeyiz. Bu sebeple, birçok eylemi ödev için ya da ödeve uygun olarak değerlendirsek de altta bir sevgili ben (cher moi) ile karşılaşıyoruz. Ahlaklılığı örneklerle göstermeyi istemek, ahlaklılığa yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Tek bir kesin (kategorik) buyruk vardır: “Maksimimin aynı zamanda evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğim şekilden başka türlü davranmamalıyım.” Örneğin, yalan söylemeyi çıkarım için isteyebilirim ancak yalan söylemeyi bir evrensel yasa olarak isteyemem çünkü maksimim kendi kendisini yok eder. Deneyden çıkacak hiçbir şey bu tarz kesin yasaların (lois apodictiques)olanağını veremez. Aksi olsaydı, bu yasalar koşullara bağlı olacaktı, bu da evrensel olmasını engelleyecekti. Akıl, ahlak yasasının kıymetinin (dignité) farkına vardığında bütün dürtüleri küçümser ve zamanla bu dürtüleri kontrol edebilmeyi başarır. Yüceliğin bilinci ya da yüceliğin bir parçası olduğunu hissetme tüm eğilimlere zamanla boyun eğdirebilir. Bütün ahlaksal kavramlar kaynağını a priori olarak akılda bulur, herhangi ampirik bir bilgiden soyutlanamazlar. Bu kavramların kaynaklarının saflığı, onların en üstün pratik ilkelere değer olmasını sağlar.

İradeyi belirleyen yalnız akıl değilse ve irade aynı zamanda dürtüler tarafından da belirlenebiliyorsa, bu tarz bir iradenin nesnel yasalarla uygunluğu bir zorlanmadır (contrainte). Nesnel bir ilkenin temsili, irade için zorlayıcı olduğu ölçüde aklın bir emridir ve bu emrin formülüne buyruk (impératif) denir. Bütün buyruklar bir “gerek”le ifade edilir. Pratik iyi, aklın tasarımlarıyla, dolayısıyla öznel nedenlerle değil, nesnel, yani her akıl sahibi varlık için geçerli olan nedenlerle iradeyi belirleyen şeydir. Eğilim (inclination) arzulama yetisinin duyumlara bağımlılığını ifade eder. Dolayısıyla, her eğilim bir gereksinimi gösterir. İnsan iradesinin aklın ilkelerine bağımlılığına ise ilgi (interet) denir. Pratik ilgide eylemin kendisi hedeflenirken; tutkusal ilgide eylemin nesnesi hedeflenir. Bunun haricinde, Tanrı iradesi yasa ile zorunlu olarak uyum içindedir, bu sebeple Tanrı için ne bir ilgi ne de bir ödev söz konusu olabilir.

Buyruklar temelde koşullu (hypothétique) ve kesin (catégorique) olmak üzere ikiye ayrılır. Koşullu buyruk, ulaşılmak istenen başka bir şeye araç olarak olanaklı bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyar. Bu buyrukta eylem bir araçtır. Kesin buyruk ise, bir eylemi kendisi için nesnel zorunlu olarak sunan buyruktur. Koşullu buyruklar da ikiye ayrılır: amaç olanaklı ise buyruk sorunlu (problématiquement) aynı zamanda beceri buyrukları da denir; amaç gerçek ise buyruk onaylayıcıdır (assertoriquement) aynı zamanda zeka öğütleri (conseils de la prudence) denir. Onaylayıcı buyrukta amaç mutluluktur ve değişmez; sorunlu buyrukta ise amaç bilimlere göre değişir.

Kesin buyruk, eylemin kendisini zorunlu olarak ilan eder. Kesin buyruk zorunluklu (apodictiquement) ilke olarak geçerlidir. Bu buyruk eylemin malzemesi/içeriği, sonucuyla ilgilenmez ancak eylemin biçimi ve ilkesiyle ve dolayısıyla niyetle (intention) ilgilenir. Kesin buyruk aynı zamanda ahlaklılığın da buyruğudur. Yalnız yasa koşulsuz zorunluluk kavramını beraberinde getirir. Kesin buyruk hiçbir koşul tarafından sınırlandırılamaz.

Peki, bu buyruklar nasıl mümkün olabilir? Amacı isteyen bunun için zorunlu aracı da ister, buradaki isteme analitiktir. Bu anlamda, beceri buyrukları analitiktir. Belirlenmiş bir mutluluk kavramı olsaydı, mutluluğu istemek analitik olurdu. Sonuç olarak, zeka buyrukları hiçbir şey buyurmaz ve bu sebeple zeka öğütleri adını alırlar. Mutluluk aklın değil, muhayyilenin bir idealidir ve ampirik ilkeler üzerine kurulmuştur. Mutluluk kavramını belirleyen ögelerin hepsi deneyseldir, bununla birlikte mutluluk idesi için bir bütün gereklidir ancak bu insan doğası için mümkün değildir. İnsan her şeyi bilir olsaydı (omniscience) bütün geleceği gören bir bakışa sahip olabilirdi ve ancak böylelikle mutluluğa ulaşmak için istediği eylemin başlatacağı eylem zincirini görebilirdi. Böyle olduğunda mutluluğu istemek analitik olabilirdi. Kesin buyruğu tecrübe alanında örneklendirebilmek mümkün değildir. Kesin buyruğun olanaklılığını a priori olarak araştırmak zorunludur. Ahlak yasası kesin buyruk aracılığıyla öznel ilke olan maksimi sentetik a priori olarak belirler.

Kesin buyruğun içeriği var mıdır, varsa nedir? Kesin buyruğun tek içeriği vardır ve biçimseldir, o da şudur: maksimin ahlak yasasına uyması zorunluluğu. Tek kesin buyruk vardır, bir kez daha tekrarlamak gerekirse: Yalnızca maksiminin aynı zamanda bir evrensel ahlak yasasına dönüşmesini isteyecek şekilde davran. Bu tek kesin buyruk, üç farklı formülle ifade edilebilir. Bunun amacı aklın bir idesini güdüye yaklaştırmaktır. Aslında her formül, diğer ikisini de içerir. İlk formül bize evrenselliği, dolayısıyla buyruğun formunu verir. İlk formül: eyleminin maksimi sanki senin iradenle bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun. İnsan, şu veya bu irade için kullanılacak sırf bir araç olarak değil, kendisi amaç olarak vardır. İkinci formül bize amacı, yani öznel malzemeyi sağlar. Bütün amaçların öznesi, kendinde amaç olan akıl sahibi varlıktır. İkinci formül: her defasında insanlığa (l’humanité) kendi benliğinde olduğu gibi başka herkesin benliğinde de, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak şekilde eylemde bulun. Başka bir deyişle, eylemde bulunurken diğer akıl sahibi varlıkların da kendinde amaç olduklarını unutma. Üçüncü formül ise bütün akıl sahibi varlıkların iradesinin idesinin, evrensel bir yasama yapan irade gibi düşünülmesidir. İrade, yasamasını kendi yaptığı yasaya boyun eğer. İrade, dışarıdan herhangi bir dayatmaya göre değil, kendi kendine ortaya çıkardığı yasaya boyun eğer. Bu anlamda, her akıl sahibi varlık yasa koyucu olmalıdır, aksi takdirde kendinde amaç olamaz çünkü dışarıdan (doğa ya da Tanrı tarafından) belirlenirse yalnız araç olur. Onun haricinde, doğa mekanizminin dışına çıkılamaz dolayısıyla iradenin özerkliğinden (l’autonomie de la volonté) ya da ahlaklılıktan bahsedilemezdi.

İradesinin bütün maksimleri aracılığıyla kendini evrensel yasa koyucu olarak görmesini gerektiren bir akıl sahibi varlık kavramı, bizi bir amaçlar krallığı (un regne des fins) kavramına götürür. Krallık kavramının anlamı şudur: çeşitli akli varlıkların ortak yasalarla kurulan sistematik birliği. Bu amaçlar krallığında akli varlık, evrensel yasalara boyun eğerken bu krallığın üyesi (membre), yasaları tesis ederken bu krallığın şefidir (chef).

Amaçlar krallığında her şeyin fiyatı (prix) ya da kıymeti (dignité) vardır. Fiyatı olan her şey bir başka şeyle değiştirilebilir. Bütün fiyatlara üstün olan şey ise kıymettir. Bir şeyin kendinde amaç olmasını sağlayan şeylerin göreceli olan fiyatı değil, kıymeti vardır. Ahlaklılık ve insanlık, ahlaklılığı sağladığı ölçüde, kıymetli olan yegane şeydirler. Bütün değeri belirleyen yasamanın kendisi kıymetlidir, yani koşulsuz ve eşsiz bir değeri vardır. Yasamanın kıymetini bir anlamda tercüme eden kelime saygıdır. Dolayısıyla, özerlik insanın kıymetinin temelidir.

Amaçlar krallığı doğanın krallığıyla analoji yapılmadan mümkün olamaz çünkü dışarıdan bir zorlayıcılık olmalıdır ki buna karşılık yapılan eylemin ilkesinin ahlaklılık değerinden söz edilebilsin. Doğa krallığı ile amaçlar krallığı bir şef altında birleşmiş olarak düşünülür ve böylelikle amaçlar krallığı basit bir ide olmaktan çıkıp gerçeklik kazanır. Eşsiz ve sonsuz yasa koyucunun kendisi (Tanrı), akıl sahibi varlıkların değerini sırf ahlak yasasının onlara buyurduğu  davranışlara göre yargılayan olarak tasarımlanmalıdır.

İradenin özerkliği, iradenin kendi kendine bir yasa olması özelliğidir. İrade, kendini belirleyecek yasayı maksimlerinin kendini evrensel bir yasama niteliğinden başka yerde ararsa yaderk (heterenom) olur çünkü kendi dışında bir nesneye göre belirlenir. Kant, yarderkliği ampirik ilkeler ile rasyonel ilkeler açısından ikiye ayırır. Ampirik ilkelere göre belirlenen irade, fiziksel ya da ahlaksal duygu üzerine kurulmuş mutluluk ilkesinden çıkarılır. Bu ilkeler, koşulsuz pratik zorunluluk üretemezler. Rasyonel ilkelere göre belirlenen irade yetkinlik (perfection) ilkesinden çıkarılır. Bu ilke kendi kendine var olan mükemmel varlığın (Tanrı’nın iradesi) kavramı üzerine kurulur. Kant’a göre, yetkinliğin ontolojik kavramı, teolojik kavramına göre daha tercih edilesidir çünkü ilk olarak, Tanrı’nın yetkinliğinin güdüsüne ve dolayısıyla kavramına ulaşamayız; ikinci olarak, eğer Tanrı’nın kavramına ulaşabildiğimizi iddia edersek, onun iradesinin elimizde kalan tek kavramı, güçlülük ile intikam arzunun korkunç tasarımına bağlı ün ile egemenlik arzusu özelliklerinden ibaret olur. Böyle bir sistem ahlaklılığa ters düşer.

Üçüncü Bölüm: Ahlak Metafiziğinden Saf Pratik Aklın Eleştirisine Geçiş

İrade, akıl sahibi varlıkların bir tür nedenselliğidir. Özgürlük (liberté), bu nedenselliğin onu belirleyen yabancı nedenlerden bağımsız olarak etkide bulunabilme özelliğidir. Böylelikle, özgürlük negatif olarak tanımlanır. Özgürlük, doğa yasalarına bağlı bir iradenin özelliği olmasa da yasasız değildir. Özgürlük, değişmez yasalara göre etkin olan bir nedensellik olmalıdır. İradenin özerkliği ya da özgürlük, iradenin tüm eylemlerinde kendi kendine yasa olabilmesidir. Özgürlüğün pozitif tanımı böylelikle ortaya konmuş olur.

İradenin özgürlüğü varsayılmalıdır. Yalnız kendi irademiz için değil, bütün akli varlıkların iradesinin özelliği olarak özgürlük varsayılmalıdır. Özgürlük, aklın bir idesi olduğu için teorik olarak açıklanamaz. İradesi olan her akli varlığa özgürlük idesini (idée de la liberté) atfetmeliyiz. Çünkü akli varlıklar  yalnızca bu ide altında eylemde bulunduklarında pratik olarak özgür olabilirler. Akıl kendini ilkelerinin yaratıcısı olarak ve tüm dışsal etkilenimlerden kendini ihraç etmiş olarak düşünmelidir. Sorulması gereken asıl soru şudur: Neden ahlak yasasına boyun eğmeliyim? Çünkü herhangi bir ilgi beni ahlak yasasına doğru ittirmese de, ona karşı bir ilgi duymam gerekir.

Ahlak yasasının nereden geldiğini kanıtlayamamak, bir tür kısır döngünün içinde olma hissi yaratıyor. Kendimizi amaçlar düzeninde ahlak yasaları altında kavramak için, etkide bulunan nedenler düzeninde özgür varsayıyoruz. Sonra da kendimize irade özgürlüğü yüklemiş olduğumuz için, kendimizi bu yasalar altında düşünüyoruz.  Teorik akıl yalnız görünüşlerin bilgisine ulaşabildiğinden, kendinde şeylerin bilgisine ulaşamadığından özgürlük idesi teorik olarak kanıtlanamaz.

Akıl, duyular dünyasını (monde sensible) akli dünyadan (monde inteligible)[kendinde şeyler olarak akli varlıkların toplam sistemi] ayırt ederek, müdrikeye sınır çizer. İnsan duyular dünyasına aitken, doğanın yasalarına boyun eğer (yaderklik); akli dünyaya aitken, doğadan bağımsız olarak aklıyla kurduğu yasalara boyun eğer (özerklik). Kant, insanın bu iki yanını varsayarak aslında kısır döngüden çıktığını düşünür.  Kendimizi özgür olarak düşündüğümüz zaman, kendimizi akli dünyaya, onun üyeleri olarak taşıyoruz ve iradenin özerkliğini, sonucuyla birlikte yani ahlaklılıkla birlikte kabul ediyoruz.

Kesin buyruk nasıl olanaklıdır? Akli dünya, duyular dünyasının temelini ve dolayısıyla yasalarını da içerir. Ben kendimi hem akli dünyaya hem de duyular dünyasına ait bir varlık olarak bilsem de, duyular dünyasında kendimi algılarken bile aslında özgürlük idesi altında kendimi düşünmek zorundayımdır. Sonuç olarak akli dünyanın yasaları benim için buyruklar, bu ilkeye göre ugun eylemler ise ödevler olacaktır. Kant’a göre, özgürlük idesi beni akli dünyanın üyesi yaptığından kesin buyruklar olanaklıdır.

Özgürlük nesnel gerçekliği şüpheli olan aklın bir idesidir. Doğa ise, gerçekliği deney örnekleriyle kanıtlanan ve zorunlu olarak kanıtlanması gereken müdrikenin bir kavramıdır. Teorik bakımdan özgürlük ve doğa mekanizmasının zorunluluğu çelişiyor gibi gözükse de, özgürlük aklın pratik olmasının tek koşuludur. Kendini özgür sanan özne, kendine özgür dediği zaman ile aynı eylem bakımından kendini doğa yasalarına bağlı kabul ettiği zaman, kendini aynı anlamda ya da tam aynı ilişkiler içinde düşünmez. Buradaki ilişkiyi farklı kılan şey insan kendine özgür dediği zaman,kendini kendinde şey (Gegenstand) olarak ele alır; doğa yasalarına boyun eğerken düşündüğünde ise tezahür (Erscheinung) olarak ele alır. Görünüşte bilinen bir şeyin bazı yasalara bağlı olması, ama bu aynı şeyin kendi başına şey ya da varlık olarak bu yasalardan bağımsız olması çelişki içermez.

Nesnesi herhangi bir olanaklı deneyde verilebilecek şeyleri açıklayabiliriz. Özgürlük ise, nesnel gerçekliği hiçbir şekilde doğa yasalarına göre, dolayısıyla olanaklı herhangi bir deneyde ortaya konamayacak bir idedir. Hiçbir zaman ne kavranabilir ne görüsü edinilebilir. Aklın bir varsayımı olarak geçerlidir.Akıl, saf aklın nasıl pratik olduğunu açıklamaya çalışırsa, ki bu aynı zamanda özgürlüğün olanağını da açıklamak olur, sınırlarını aşmış olurdu. İradenin özgürlüğünü açıklama konusundaki öznel olanaksızlık,insanın ahlak yasalarına duyabileceği ilgiyi bulma ve kavranılır kılma olanaksızlığıyla aynıdır. Ahlaklılığın nasıl ve neden bizi ilgilendirdiğinin açıklanması olanaksızdır.

Sonuç olarak, kesin buyruk ancak özgürlük idesi varsayımı ile olanaklıdır ancak bu varsayımın kendinin nasıl olanaklı olduğunu, insan aklı hiçbir zaman kavrayamaz. Saf aklın dürtüsüz nasıl kendi kendine pratik olabileceği, iradenin daha önceden  herhangi bir ilgi duyabileceği hiçbir içeriği olmaksızın, kendi başına bir dürtüyü ve ahlaksal bir ilgiyi nasıl ortaya çıkarabildiğini açıklamak insan aklının gücünün ötesindedir.

Doğa yasalarıymış gibi özgürlüğün maksimlerine göre davranarak üyesi haline geldiğimiz akli dünya aracılığıyla ahlak yasası için canlı bir ilgi üretilir.

SAYGI (Respect) – YÜCELİK (Sublimité) – KIYMET (Dignité) - İLGİ (Interet)

Eğilimler ile akıl arasında belirli bir antagonismus vardır. Eğilimlerin aklın buyurtusuna karşı çıkması akla karşı bir direnç alanı oluşturur. Belirli bir ilke nesnel bakımdan geçerli olsa da, öznel bakımdan genel geçer olamamasının sebebi budur. Bu tansiyon olmasa insani bir irade ve ahlaklılık mümkün olamazdı. Bir ödevdeki buyruğun içsel  yüceliği ve kıymeti, bu buyruğun öznel eğilimlere olan direnci ne kadar fazla olursa o kadar artar. Akıl, ahlak yasasının kıymetinin farkına vardığında bütün dürtüleri küçümser ve zamanla bu dürtüleri kontrol edebilmeyi başarır. Yüceliğin bilinci ya da yüceliğin bir parçası olduğunu hissetme tüm eğilimlere zamanla boyun eğdirebilir. Maksimin tüm dürtülere karşı bağımsızlığı onun yüceliğini oluşturur ve bütün akli özneleri amaçlar krallığında yasa koyucu olmaya layık kılar.

Akıl evrensel yasa koyucu olarak iradenin her maksimini diğer iradelerle ilgi içine sokar, bunu da yalnız kendi koyduğu yasaya boyun eğen akli varlığın kıymetinin idesi (idee de la dignité d’un etre raisonnable) sayesinde yapar. Bütün değeri belirleyen yasamanın kendisi kıymetlidir, yani koşulsuz ve eşsiz bir değeri vardır. Yasamanın kıymetini bir anlamda tercüme eden kelime saygıdır. Dolayısıyla, özerlik insanın kıymetinin temelidir.

İnsan iradesinin aklın ilkelerine bağımlılığına ilgi denir. İlgi sayesinde akıl pratik olur, yani irade için belirleyici bir neden haline gelebilir. Eyleme doğrudan doğruya bir ilgiyi akıl, ancak bu eylemin maksiminin evrenselliği iradeyi yeterince belirleyecek bir nedense, duyar. Sorulması gereken asıl soru şudur: Neden ahlak yasasına boyun eğmeliyim? Kant’a göre tıpkı mutlu olmaya layık olmanın kendisine, bu mutlulukta pay alma hareket nedeni olmaksızın, ilgi duyulabileceği gibi; herhangi bir ilgi beni ahlak yasasına doğru ittirmese de, ona karşı bir ilgi (interet) duyarım. Bana göre, akli varlığın kendini özgür varsayarak kendini kıymetli görmesi ve bunun sonucunda hissedilen yücelik hissi; ahlaklılığın temelini oluşturur ve bu temel tamamiyle öznenin bu hislerden pay alma istemiyle ilgilidir. Ahlak yasasına duyulan ilgi, bir bakımdan zincirlerini kendisinin kopardığı tutsağın hissettiği yüceliği hissetme isteğidir. Bu sebeple, akli varlık yalnızca onu zincirlerinden koparan kendi içinde bulduğu (nasıl bulduğu hakkında en ufak fikri olmadan) ahlak yasasına saygı duyar. Özgürlük varsayıldıktan sonra, akli dünyanın ya da insanlığın bir üyesi haline gelerek iradesinin özerkliğiyle bütün kıymeti mümkün kılan yasamaya başlar. Bu yasama aracılığıyla da ahlaklılık mümkün olabilir. Ahlaklılık akli varlığa öyle bir tatmin ya da belirli haz sağlar ki, bu tatminle insan mutluluktan çok daha yüce hisseder kendini.

Tek akli dürtü ahlak yasasına duyulan saygıdır. Saygı, duyusal yanımız ile akli yanımızı birbirine bağlar. Saygı aynı zamanda bir eyleme ahlaki değerini veren dürtüdür.  Saygı, her ne kadar aklın kavramları aracılığıyla üretilse de tam bir etkilenim (pathos) durumudur. Öyle bir bilinç ki aslında, o zamana kadar peşinden koşulan mutluluğun ve onun arkasındaki ben-sevgisinin koşulsuz inkarını içeriyor. Saygı, nesnel yasaya maksimi bağlayan öznel akli bir duygu ve etkilenim gücü tüm duyusal duygulardan çoktur. Kant’a göre ahlak yasasına duyulan saygı aracılığıyla tüm eğilimlere direnç gösterilerek ben sevgisi yıkılır, bu noktada ben sevgisinin tamamiyle yok olduğuna inanmıyorum. Ödev için eylemin maksimini belirlemenin getirdiği o belirli haz (etkisini oluşturacağından emin olduğum), kavramı belli olmayan mutluluktan özneye kendini daha üstün/yüce (sublime) hissettiriyor.  Ben sevgisini, yalnızca varlığın devamı için eylemde bulunmak olarak ele alırsak; ödev için eylemimi belirlemek bu anlamda ben sevgisini yıkar ancak bunun getirdiği haz ya da ahlak yasasına saygı duyarak tüm çıkarlarımı bir kenara atmanın getirdiği his; bir bakıma başka bir seviyede yeni bir ben sevgisini yaratır. Akıl, her ne kadar kendine itiraf etmekten çekinse de belirli bir haz duyar ve Kant bu hazzın, maksimi belirlerken temel olmaması gerektiğini ve insanın bu özgürlüğe sahip olduğunu düşünse de; aklın bu hazzı duymak için müdrikeye karıştığını düşünüyorum. Akıl, belirsiz ve geçici olan mutluluktansa; özgür olmanın, yasa koyabilmenin, bir nedensellik zincirinde ilk neden olabilmenin getirdiği haz hep bellidir ve akıl bu hazzın (ahlaki çıkar adı altında) peşinden gider.


Yorumlar