Kant - Pratik Aklın Eleştirisi (diyaletik kısım ve sonsöz)


İkinci Kitap: Saf Pratik Aklın Diyalektiği

Birinci Bölüm: Genel Olarak Saf Pratik Aklın Bir Diyalektiği Üzerine

Bütün kavramlarımızı duyusal olabilecek görülere bağlamamız gerekir. Bu görüler şeyleri; kendinde şeyler olarak değil, tezahür olarak tanıttığından; burada bir akıl idesi olan koşulsuz olanın idesi tezahürlere, onlar kendi başına şeylermiş gibi uygulandığında kaçınılmaz bir kuruntu doğar. Saf aklın antinomisi, insan aklının şimdiye dek girdiği en yararlı yanlış yoldu, çünkü bizi bundan kurtulmaya zorlar.

Saf pratik akıl, pratik koşullu olanda koşulsuz olanı en yüksek iyi adı altındaki nesnesinin koşulsuz tümlüğü olarak arar. En yüksek iyi, her zaman saf pratik bir aklın, yani saf bir istemenin nesnesinin tümü olsa da, yine de bu istemeyi belirleyen neden olarak sayılmamalıdır; yalnızca ahlak yasası, en yüksek iyiyi ve onun gerçekleşmesini ya da geliştirilmesini saf istemenin nesnesi yapan neden olarak görülmelidir.

En yüksek iyi kavramının içinde en üstün koşul olarak ahlak yasası daha başta kapsanırsa, anlaşılacaktır ki, en yüksek iyi yalnızca saf istemenin nesnesi değil, aynı zamanda onun kavramıdır da ve onun pratik aklımız yoluyla olanak kazanan varoluşunun tasarımı, aynı zamanda saf istemeyi belirleyen nedendir. Çünkü bu durumda, bu kavramın içine önceden kapsanmış ve onunla birlikte düşünülmüş olan ahlak yasası, istemeyi belirler.

İkinci Bölüm: En Yüksek İyi Kavramının Belirlenmesinde Saf Aklın Diyalektiği Üzerine

Sorulması gereken soru şudur: en yüksek iyi pratik olarak nasıl olanıklıdır? Mutluluk ve ahlaklılığın en yüksek iyinin iki özgül olarak birbirinden çok farklı iki ögesidir. Aralarındaki bağ analitik olarak bilinemez. Tersine, mutluluk ile ahlaklılık arasındaki bağ, kavramların bir sentezidir. Bu bağ a priori olarak bilindiğinden, en yüksek iyinin olanağı deneysel ilkelere dayanamadığından bu kavramın türetimi transandantal olmak zorundadır.

I. Pratik Aklın Antinomisi

Bizim için pratik olan, yani istememizle gerçekleştirilen en yüksek iyide erdem (mutlu olmaya layık olma) ve mutluluk zorunlu olarak birbirine bağlı düşünülür. Aralarındaki bu bağlantı sentetik olmalıdır, özellikle nedenin etkiyle bağlantısı olarak düşünülmelidir. O halde mutluluk arzusu erdemin maksimlerini belirleyecek ya da erdemin maksimi mutluluğun etkide bulunan nedeni olacak. Birincisinin olanaksız olduğu Analitik kısımda kanıtlanmıştır. Ama ikincisi de olanaksızdır, çünkü istemenin belirlenmesinin sonucu olarak, dünyadaki her pratik neden-etki bağlantısı, istemenin ahlaksal niyetlerine göre değil, doğa yasalarının bilgisine ve kişinin fiziksel yetisine göre kurulur. Dolayısıyla, dünyada mutluluğun erdemle zorunlu ve en yüksek iyi için yeterli olabilecek bir bağlantısını vermesini beklenemez.

II. Pratik Aklın Antinomisinin Eleştiriyle Ortadan Kalkması

En yüksek iyi, ahlaksal olarak belirlenmiş bir istemenin zorunlu olan en yüksek amacıdır, böyle bir istemenin sahici nesnesidir. Ahlaksal niyet, istemenin dolaysız olarak yasa aracılığıyla belirlenmesi bilincine zorunlu olarak bağlıdır. Arzulama yetisinin bir belirlenmesinin bilinci ise, her zaman bu yolla ortaya çıkan eylemden bir hoşlanma nedenidir; ama bu haz, eylemi belirleyen neden değildir. Tersine istemenin dolaysız olarak, yalnızca akıl tarafından belirlenmesi, haz duygusunun nedenidir ve bu arzulama yetisinin duyusal değil, saf pratik bir belirlenmesi olarak kalır.

Doğrudan doğruya saf bir akıl yasasıyla eylemlerde bulunmak için belirlenmek, hatta istemenin bu düşünsel belirlenebilirliğinin öznel yönünü duyusal bir şey sanma yanılgısı, insanın doğal yapısının bir özelliğidir. Kendinden memnun olma, erdem bilincine zorunlulukla eşlik etmesi gereken mutluluğu karşılayan sözcüktür. Gerçek anlamında her zaman insanın kendi varoluşuyla ilgili yalnızca negatif bir hoşnutluğa işaret eder; bu hoşnutlukta insan, bir şeye gereksinme duymadığının bilincindedir. Bu memnunluk, düşünsel bir memnunluktur.

Bir insanın kendi şahsından memnun olmasına mutluluk denemez çünkü o bir duygunun pozitif olarak katılmasına bağlı değildir; kutluluk da değildir tam olarak, çünkü eğilimlerden tam bağımsız olmayı içermez. Ama yine de istemeyi belirlerken, bunların etkisinden uzak tutulabilmesi bakımından kutluluğa benzer, dolayısıyla hiç değilse kaynağı yönünden, yalnızca en yüce varlığa yükleyebildiğimiz kendine yeter olmayı karşılar.

III. Saf Pratik Aklın Teorik Aklın Bağındaki Önceliği Üzerine

Aklın teorik kullanılışının sağladığı yarar, nesnenin en yüksek a priori ilkelere kadar uzanan bilgisidir; aklın pratik kullanılışının sağladığı yarar ise, en son ve yetkin amaçla ilgili olarak istemeyi belirlemesidir. Aklın teorik kullanılışındaki gücü, onunla çelişmeyen belirli önermeleri öne sürerek koymaya yetmiyorsa da, akıl kendisine yabancı olan, onun toprağında yetişmemiş, ama yine de geçerlilikleri yeterince onaylanmış bu önermeleri, bunların saf aklın pratik yararına ayrılmazcasına ilişkin olur olmaz, kabul etmeli ve teorik akıl olarak gücü içimde bulunan her şeyle bunları karşılaştırmaya, her şeye bunları bağlamaya çalışmalıdır (teori akıl, bunu yaparken yalnız pratik amaçla yapıldığını bilmelidir).

Pratik aklın teorik akla bağımlı olmasını, yani düzeni tersine çevirmeyi saf pratik akıldan bekleyemeyiz. Çünkü her türlü yarar önünde sonunda pratiktir ve teorik aklın yararı bile koşulludur ve ancak pratik kullanılışta tam olur.

IV. Saf Pratik Aklın Bir Koyutu Olarak Ruhun Ölümsüzlüğü

İstemede niyetlerin ahlak yasasına tam uygunluğu aynı zamanda pratik zorunlu bir şey olarak istendiğinden, buna ancak o tam uygunluğa doğru sonsuza dek giden bir ilerlemede rastlanabilir.Saf pratik aklın ilkelerine göre, istememizin gerçek bir nesnesi olarak böyle pratik bir ilerlemeyi kabul etmek zorunludur. Ama bu sonsuz ilerleme ancak, aynı akıl sahibi varlığın sonsuza dek sürüp giden varoluşunu ve kişiliğini varsaymakla olanaklıdır. Buna göre en yüksek iyi pratik olarak, ancak ruhun ölümsüzlüğü varsayımıyla olanaklıdır; dolayısıyla bu da ahlak yasasına ayrılmaz bir biçimde bağlı bir şey olarak, saf pratik aklın bir koyutudur ( Teorik bir önerme olup ama a priori koşulsuz olarak geçerli olan pratik bir yasaya ayrılmazcasına bağlı olduğundan, teorik bir önerme olarak kanıtlanamazdır).

Akıl sahibi, ama sonlu bir varlık için yalnızca ahlaksal yetkinliğin alt basamaklarından başlayıp üst basamaklarına doğru sonsuza dek giden ilerleme olabilir.


V. Saf Pratik Aklın Bir Koyutu Olarak Tanrının Varlığı

Ahlak yasası, en yüksek iyinin ikici ögesinin olanağı olan mutluluğa da götürmelidir. Burada da akıldan yola çıkarak, bu etkiye tam uygun bir nedenin varsayımına götürmelidir, yani Tanrı’nın varlığına. Mutluluğu ahlaklılıkla tam uygunluğunun temelini içeren ve doğadan ayrı olan, doğanın bütününün bir nedeni de koyut olarak konmuş olur. En yüksek iyi için varsayılması gereken, doğanın en üst nedeni, anlama yetisi ve isteme aracılığıyla doğanın nedeni olan bir varlık, yani Tanrı’dır. Sonuç olarak, en yüksek türetilmiş iyinin olanağının koyutu, aynı amanda en yüksek asli bir iyinin gerçekliğinin, yani Tanrı’nın varlığının koyutudur.

En yüksek iyi ancak Tanrı’nın varoluşu koşuluyla olabildiğinden, bunun varsayılması ödevle ayrılmaz bir biçimde bağlıdır, yani Tanrı’nın varlığını kabul etmek, ahlaksal bakımdan zorunludur. Bu ahlaksal zorunluluk özneldir, yani gereksinmedir, nesnel değildir, yani kendisi ödev değildir. Nitekim bir şeyin varlığını kabul etmek gibi bir ödev olamaz (çünkü bu, yalnızca aklın teorik kullanılışını ilgilendirir).

Amaçlar düzeninde insanın kendi başına amaç olduğu, yani hiçbir zaman, herhangi bir kimse tarafından (Tanrı tarafından bile), aynı zamanda kendisi amaç olmaksızın yalnızca araç olarak kullanılamayacağı, buna göre de kendi kişimizde insanlığın bizim için kutsal olması gereklidir. Çünkü insan ahlak yasasının öznesi, dolayısıyla kendi başına kutsal olanın öznesidir.

VI. Genel Olarak Saf Pratik Aklın Koyutları Üzerine

Ahlak yasasına saygı aracılığıyla en yüksek iyiye zorunlu olarak yönelme pratik aklın koyutları aracılığıyla kavramlara – teorik aklın sorunlar olarak koyabildiği, ama çözemediği kavramlara – götürür.

İlk olarak, teorik akıl çözümünde ölümsüzlük hakkında paralogismlere düşmektedir çünkü o, kendi bilincinde bir tözün gerçek tasarımına tamamlanmasını sağlayacak olan kalıcılık özelliğini elde edememişti. Pratik akıl ise bu özelliği, en yüksek iyide ahlak yasasına uygunluk için gerekli olan süre koyutu aracılığıyla sağlar.

İkinci olarak, teorik aklın antinomiye düştüğü özgürlük konusunda pratik akıl, bu özgürlüğün gerçekliğini ahlak yasasıyla ortaya koyar ve bu yasayla birlikte, aynı zamanda teorik aklın yalnız işaret edebildiği, ama kavramını belirleyemediği bir düşünülür dünyanın yasasını ortaya koyar.

Üçüncü olarak, teorik aklın düşünebildiği ama yalnızca transandantal bir ideal olarak belirsiz bırakmak zorunda kaldığı şeye, yani teolojik ilk varlık kavramına, pratik akıl düşünülür bir dünyada egemen olan ahlaksal yasa koyma aracılığıyla, en yüksek iyinin en üst ilkesi olarak anlam kazandırır. Bu kavramlar yalnızca pratik bakımdan içkindir.

Bu yolla ne ruhumuzun doğal yapısını, ne düşünülür dünyanın, ne de en yüksek varlığın kendi başına ne olduklarının bilgisini edinemiyoruz. Yalnızca onların kavramlarını, istememizin nesnesi olarak en yüksek iyinin pratik kavramında birleştirdik.


VII. Saf Aklın, Bilgisini Teorik Bilgi Olarak Aynı Zamanda Genişletmeden, Pratik Amaçlı Bir Genişlemesi Nasıl Düşünülebilir?

Teorik aklın üç idesi, kendileri bilgi değildir; ama bunlar, aşkın düşüncelerdir. Bu üç ide zorunlu bir pratik yasa aracılığıyla, bu yasanın nesne edinilmesini buyurduğu şeyin (en yüksek iyinin) olanağının zorunlu koşulları olarak, nesnel gerçeklik kazanırlar. Yani bunların nesneleri olduğuna dikkatimiz çekilir ama bunların kavramının bir nesneye nasıl bağlandığını gösteremeyiz. Dolayısıyla bunlar konusunda aklın teorik bir kullanışı olamaz.

Burada yine de teorik aklın ve genel olarak duyular üstü olanla ilgili bilgisi genişler çünkü teorik akıl, pratik akıl aracılığıyla böyle nesnelerin var olduğunu kabul etmek zorunda kalır.

Sonsöz

“ İki şey, üzerilerine sık sık eğilip ısrarla düşünülürse, insanın ruhsal yapısını hep yeni, hep artan bir hayranlık ve korkunç saygıyla dolduruyor: üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası. Her ikisini, karanlıklarda gizlenmiş ya da benim ufkumun ötesinde aşkın alanda imişlercesine aramama ve sırf tahmin etmeme gerek yok; onları önümde görüyorum ve doğrudan doğruya benim kendi varoluşumun bilincine bağlıyorum. İlki, dıştaki duyular dünyasında benim bulunduğum yerde başlıyor ve içinde bulunduğum bağlantılar ağını, dünyalar üzerine dünyalardan ve sistemler sistemlerinden oluşan, ayrıca da dönemli hareketlerinin sınırsız zamanlarına, bu zamanların başlangıcına ve devamına doğru uzanan uçsuz bucaksız büyüklüğe dek genişletiyor. İkincisi, benim görünmez benliğimde, kişiliğimde başlıyor ve kendimi, gerçek sonsuzluğu olan, ama yalnızca anlama yetisince fark edilebilen bir dünya içinde kendi gözümün önüne getiriyor. Bu dünyayla ben kendimi,  orada olduğu gibi sırf rastlantısal bir bağlantı içinde değil, genel ve zorunlu bir bağlantı içinde tanıyorum.”

Yorumlar