Ataraxia
Bu
pencereden kaçıncı kez dışarı bakışım bilmiyorum. Bugün, uzun zamandan
sonra ilk defa dışarı çıkmaya karar verdim. Daha önce de kararlar vermiştim ama
ayakkabı bağcıklarına düğüm atamadığım için dışarı çıkmaya korkmuştum. Eskiden
çok iyi düğüm atardım, ne zaman, nasıl unuttum hiç bilmiyorum. Kim bilir daha
başka neler unuttum? Seni hiç unutmayacağım dediğim kadınları, anda kalmak
istediğim mutlulukları, hatta belleğimde son nefesime kadar bana acı verecek
anıları... Ama hepsi bir iz bile bırakmadan uçup gitmiş. Belleğimde baskısının
izi kaybolan anıları düşünmeye çalışmak, bilmeye olanağım olmadığı şeyi bilmeye
çalışmak gibi. Geçmişimi yeniden kurgulayabilirim, önceden kurgulardım çünkü
belirli bir haz verirdi bana. Geçmişe duyduğum özlem, imkansızı mümkünmüş gibi
hayal etmekten ibaretti. Yeniden yazdığım her türlü anı beni sevindirse ya da
üzse de şimdiden kaçmamı sağlıyordu ve bir yandan da zamanın akışına tutunmamı.
Uzun ya da kısa zamandır geçmişimi yeniden yaratmıyorum. Ne kadar zamandır
an'dayım, hiç bilmiyorum. İnsan zamanı bölmeyince, ortada ne anlam kalıyor ne
de amaç. Etkilenimlerin son durağındayım, düşünmekten başka elimde hiçbir şey
kalmadı. Ama bu düşünme sadece olumsuzluk üzerinden çalışıyor, belleğimi yok etti,
duyusallığımı elimden almaya çalışsa da başaramadı. Sadece bir gözlemciyim
artık, bulunduğum odayı, evi, her gün ekmek, bazen de yemek getiren kapıcıyı
gözlemliyorum. Önceden bunları yapmasını söylemiş olmalıyım kapıcıya, hatta
biraz para da vermiş olmalıyım sanırım. Aklım kimliğimi kaybettirdi bana,
bilinçsiz bir bilince sahibim artık. Bir kimliğim olmasından sanırım
hoşlanmıyordum zaten, her zaman kendimi hiçlikte kaybetmek istiyordum. Şimdi
tüm varlık ve hiçlik gözümün önünde ama ona dokunamıyorum, dokunmak da
istemiyorum zaten. Bu dünyadayken ebediyeti istedim çünkü gözümü son kez
kapadığımda, belki gözlerim açıkken ölürüm, karanlıktan başka bir şeyin
olmayacağına inanıyordum. Şimdi sonsuzluk havuzunun içindeyim ya da havuzun
kendisi benim, kendimi Tanrısallaştırdım, hiçbir şey hissetmeyen bir gözlemci
haline geldim. Sonuçta Tanrı da evreni yarattıktan sonra gözlemci haline gelmiş
olmalı, yoksa bütün kötü eylemlerin aktif katılımcısı mı? İstediği kadar
gözlemci olsun, evreni böyle yarattığı için bile suçlu değil mi zaten? Suçlamak
çoğu zaman basite kaçmak galiba, bilmiyorum. Varoluşumu bir hediye olarak kabul
etseydim, böyle düşünmezdim herhalde, şükür ederdim. Tanri'yi suçlamakla
öteki'yi suçlamak arasında bir fark yok, bu da o kadar gereksiz ki. Aklın
ötesinde olduğunu düşündüğum bir düşünceyi yargılamak... Ebediyete sahip olsam
da, inanın buna zamanım yok.
Tanrısı haline geldiğim bu odadan bu daireden
çıkmaya kararlıyım. Ayakkabılarımı giydim, bağcıkları bağlayamadım yine.
Çıkmasam mı acaba? Kim bilir daha neler unuttum, bir şey değişsin istemiyorum.
Ama yok, bilincim yine bölündü ve içimde, bitmek bilmeyen savaş tekrar başladı.
Korkaksın diyor bir yanım, kendini özgür sanan bir kölesin. Gerçekliği
parçaladın, kurgular yarattın, şimdi de o kurgulardan birine gerçeklik diye
sıkı sıkı sarıldın. Kimi kandırıyorsun? Beni mi, kendini mi?
Bu ses, hiç susacağa benzemiyor. Çıkmazsam
buradan, başımın etini yiyecek belli. Bağcıklarımı ayakkabımın içine soktum ve
kapıyı açıp ilk adımımı attım dışarı. Hiçbir şey değişmemişti. İçimdeki o sese,
kendisinin kuruntu olduğunu kanıtlamak istiyordum. Sonunda bir şey istemeye
başladım galiba. Bu iyi mi, kötü mü bilmiyorum. Bir şeyler değişti sanırım
şimdiden. Sorun değildi, devinime direnmemeyi öğrenmiştim çok önceden.
Apartmandan dışarı çıktım. Etrafımdakiler ne kadar yabancıydı. Bu, yeni bir şey
değildi gerçi, en son ne zaman yabancı hissetmediğimi hatırlamıyorum.
Kendini bir başkasıyla özdeşlikle düşünen ya da hisseden kim
varsa soytarıdır, gerçekle yüzleşmemiştir, ama en zayıf olduğu anda
yabancıdan başka bir şey olmadığı gerçeği onu sarsacak önünde
sonunda, hiç uyanmak istemediği uykusundan uyandıracak. Bütün bu
duyumsadıklarım benim eserim değil mi? Şimdi çevremdekilerle olan ilişkimin
değiştiğini hissediyorum. Önceden onlara yabancı olduğum için kendimde eksiklik
bulurdum, şimdiyse bir zanaatkarın bir meta olarak görüp yabancılaştığı
eserleri gibi geliyorlar bana. Nasıl da gereksiz yere canımı sıkmışım, sizin
gibi değersizler için. Hepiniz birer tezahürden ibaretsiniz ama içinizde saklı
bir cevher yok, çok aradım birçoğunuzda, artık yoruldum.
Çarpıcı çalkantı içindeki bir usun çarpıcı bir anlatımı. Aklına sağlık...
YanıtlaSil