Descartes - Felsefenin İlkeleri - Bölüm I
BÖLÜM I: İNSAN
BİLGİSİNİN İLKELERİ
“Hakikatı
arayanın hayatında bir defa her şeyden gücü yettiği kadar şüphe etmesi
gerekir.” Descartes, Felsefenin İlkeleri
kitabına bu ilkeyle başlar. Bu yüzden şüphe ettiğimiz her şeyi yanlışmış gibi
varsaymak faydalıdır. Burada varsaymak fiili önemlidir. Descartes, bu şüphe
anlayışının yalnızca hakikatin temaşasında kullanılması gerektiğini söylüyor,
gündelik hayatta ya da eylemlerimizin yönetiminde bu şüphe anlayışını
kullanmanın mümkün olmadığını kabul ediyor.
Daha
fazla ilerlemeden şüphenin, şüphe etmenin Descartes için ne anlama geldiğini
anlatmak istiyorum. Descartes’a göre hükmü veren yetimiz iradedir ve iradenin
fiilinin beş türü vardır, bunlardan şu an önemli olan üçü şunlardır: inanmak
(tasdik etmek), inanmamak (reddetmek) ve şüphe etmek. Şüphe etmek, aslında
yargıyı askıya almaktır. Tasdik etmeye ya da reddetmeye mesafe almaktır. Başka
bir deyişle, hissi olanı değiştirmeden hüküm vermemektir. Örneğin, kalemin sarı
olduğu bilinciyle arama mesafe koyuyorum; ne kalemin kalem, ne kalemin sarı, ne
sarının sarı olduğunu tasdik etmeden ya
da inkar etmeden yalnızca o cismi temaşa ediyorum. Şüphe etmenin ön koşulu tabi
ki özgür iradedir ve Descartes altıncı ilkesinde özgür iradeyi ön kabül olarak öne
sürer. Ona göre şüphe götürür şeylere inanmaktan kaçınmamızı sağlayan,
böylelikle yanlışa düşmemizi engelleyen özgür irademiz vardır.
Şüphe
edilen şeyleri iki kategoriye ayırır: bunlardan ilki hissi (sensible)
şeylerdir, diğeri ise idrakla ilgili şeylerdir örneğin matematiksel ispatlar.
Niçin hissi şeyler şüphe götürür? Birçok karşılaşmada hissin bizi yanılttığını
tecrübe ettik. His, bizi bir kez bile yanıltmış olsa bile, bu hissi şeylerden
şüphe etmek için yeterlidir.Neden matematik ispatlardan şüphe etmeliyiz? İlk
olarak, matematiksel ilkelerin gösteriminde birçok kez hataya düşüldüğü için;
ama asıl olarak kadir-i mutlak Tanrı (kötü cin hipotezi) bizi öyle yaratmış
(bize öyle bir doğa vermiş olabilir ki) en iyi bildiğimizi düşündüğümüz
şeylerde bile yanılıyor olabiliriz. Bizi kadir-i mutlak Tanrı değil de, başka
bir şey yaratmışsa daha az mükemmel oluruz ve dolayısıyla daha çok yanılırız.
Asıl sorulması gereken soru şudur bazen yanılıyorsam, her zaman yanılmamı engelleyen şey nedir?
Descartes’a
göre edindiğimiz ilk bilgi şudur: düşünenin düşünürken var olmadığını düşünmek
olanaksızdır. Düşünüyorum, o halde varım. Bu bir görüdür ve
dolaysızdır. Bilincin kendine saydam olması, kendimi dolaysız olarak bilmemi
sağlıyor. Bilincin saydamlığı; bilincine varma (düşünmek), bilincine varılan
(düşünce), bilincine varan (düşünen) bu üçünü aynı şey kılıyor.
Var
olmam için cisme atfedilen hiçbir şeye ihtiyacım yoktur. Dünyadaki tüm
cisimlerden ve cisme atfedilen tüm niteliklerden şüphe ettiğim halde
düşündüğümden şüphe etmediğim için, cisimden farklı olmalıyım.
Dolaysızca
bilincinde olmam bakımından bende olan olan her şey düşüncedir. İdrak etmek
(entendre), istemek (vouloir), hayal etmek (imaginer), hissetmek (sentir)
bunların hepsi düşünmektir. Bütün temel “düşünüyorum, o halde varım” bilgisi
üzerine inşa ediliyor. Bütün düşünceler aslında Ben düşüncesinin içinde. Bir
şey düşündüğüm zaman, bir bakımdan kendimi düşünüyorum. “Görüyorum ya da
yürüyorum” ifadeleri hala şüphe götürür çünkü uyuyor olup rüya görüyor
olabilirim ya da hiç bedenim olmayabilir. Hissi olanlardan şüphe kalkmadıkça bu
ifade şüphe götürür. Ancak “Gördüğümü ya da yürüdüğümü düşünüyorum” ifadesi düşünce eylemim açısından şüphe götürmeyeceği
için şüphe götürmeyen bir ifadedir.
Ruhumu cismimden nasıl daha açık biliyorum? Ruhumdaki ışık (akıl) aracılığıyla
bilirim ki hiçlik ona bağlı olan hiçbir niteliğe ya da özelliğe sahip olamaz.
Aynı ışık bana bir şeyin ya da bir cevherin (substance) ne kadar niteliğini bilirsem o şeyi o kadar iyi bileceğimi de gösterir.Neyi bilirsem bileyim, onu
bilen olarak kendimi bilmem zorunlu olduğu için, kendimi her zaman daha iyi
bilirim. Başka bir deyişle, bilinç bir şeyi bilmeye yöneldiği zaman aslında ilk
olarak kendine yöneliyor ve dolayısıyla yöneldiği düşünceden bağımsız olarak
her defasında kendinin farkına varıyor. Sonuç olarak, ruhumu herhangi bir
cisimden daha açık biliyorum.
Descartes,
metafiziği ve epistemolojisi için temel teşkil eden iki tane Tanrı ispatı
yapıyor. Daha önce yazdığı Meditasyonlar kitabında da bu iki ispat varken,
Felsefenin İlkeleri kitabında bu ispatların yerini değiştiriyor. Bu yer
değişimi, tutarlı olmak açısından çok önemli. İspatlardan bahsettikten sonra,
bunun önemine de değineceğim.
İlk
ispat şu şekilde başlıyor: düşüncelerim içinde her şeyi bilen, her şeye gücü
yeten bir varlık düşüncesi vardır. En mükemmel olan bu varlığa Tanrı diyorum.
Var olmak bir yetkinlik (perfection) olduğu için en mükemmel varlığın var
olması zorunludur. Tanrı’nın var oluşu diğer varlıklar gibi olası değil,
zorunlu ve ebedidir. Bu ispat ile, ortak kavram(notion commune) olan sayıların
düşünceleri ve şekiller şüpheli olmaktan çıkmıştır çünkü en mükemmel varlık olan
Tanrı’nın var olduğu ispatlanmıştır. En mükemmel varlık olan Tanrı, bize
sürekli yanılmamıza sebep olan bir doğa vermiş olamaz çünkü bu onu daha az
mükemmel yapardı.
Descartes’a
göre düşüncenin iki yönü vardır. İlki biçimsel yön, ikincisi ise temsili
yöndür. Düşünülmüş olmaları bakımından düşüncelerin kaynağı benim, yani
düşünceler biçimsel yön olarak hiçbir farklılığa tabi değildir. Bu düşünceleri
temsil ettikleri şey bakımından ayırt edebilirim. Temsil ettiği şey bakımından
kaynağı ben olamayacağım tek şey Tanrı’dır çünkü Tanrı düşüncesinin biçimsel
nedeni olabilmem için en az Tanrı düşüncesi kadar mükemmel olmam gerekir.
Halbuki, ben sınırlıyım o halde Tanrı düşüncesinin biçimsel nedeni ben olamam.
Tanrı’nın özü benden kaynaklanamaz. Descartes, ikinci Tanrı ispatını böyle
yapar.
Descartes,
ikinci Tanrı ispatında nedensellik ilkesini kullanmıştır. Nedensellik ilkesine
göre, sebepte en az etkide olacak kadar
yetkinlik olmalıdır. Descartes bu ilkeyi, düşüncenin biçimsel yönünde en az
temsili yönünde olacak kadar yetkinlik olmalıdır biçiminde kullanmıştır. Peki,
bu iki ispatın yerini değiştirmek neden bu kadar önemli? Çünkü, Tanrı’nın var
olduğu kanıtlanmadığı sürece matematiksel gösterimler, ortak kavramlar ya da
nedensellik ilkesi gibi kavramlar henüz şüpheli olmaktan çıkmamıştır.
Nedensellik ilkesi henüz şüphe götürürken, bu ilke kullanılıp Tanrı ispatı
yapılması tutarsızlık göstergesidir. Bu sebeple Descartes, Tanrı ispatlarının
sırasını değiştirmiştir.
Tanrı’nın
yetkinlikleri sonsuzdur, bunları anlayamayız (comprendre). Ancak bunlardan daha
açık seçik şekilde kavradığımız (concevoir) bir şey yoktur. Kendi kendimin sebebi
olamayacağım açıkken, bu sebep Tanrı’dan kaynaklanmalıdır.
Zamanın
bölümleri birbirine bağlı ve bir arada değildir. Bu anın sonraki anı zorunlu
şekilde takip ettireceği, bizi sürekli yaratan/koruyan bir neden olmalı.Bizde bir
anı değiştirebilecek ya da koruyacak bir güç olmadığı aşikardır. Tanrı evreni
sürekli yaratarak muhafaza eder.
Uzam,
cismin doğasını teşkil eder. Uzayan şeyler birçok parçaya bölünebilir. Ancak
parça-bütün ilişkisinde, bütün parçaya bağımlı olduğu için bu bir yoksunluk
göstergesidir. O halde, Tanrı hiçbir şekilde cismani değildir. Dolayısıyla O, his yolu ile bilmez. Ancak O, tek bir basit fiille anlar (entendre), ister
(vouloir) ve yapar (faire).
Sonsuz
(infini) ve sınırsız (indéfini) arasındaki fark nedir? Sonsuz, yalnızca Tanrı’nın
yetkinlikleri açısından düşünülebilir çünkü Tanrı’nın yetkinliklerinde hiçbir
sınır yoktur. Bu yetkinliklere bir sınır çizememin sebebi yetkinliklerin doğalarından
kaynaklanmaktadır. En mükemmel varlık haricindeki şeylerde bir sınır
çizememin sebebi müdrikemin kusurudur, onların doğasıyla ilgili değildir.
Örneğin, sayı ve uzamı düşündüğümde onları sınırsız olarak kavrarım. Sonsuzu
anlayamayız, dolayısıyla felsefeden nihai nedenleri (cause finale) çıkarmamız
gerekir çünkü Tanrı’nın evreni ne amaçla yarattığı bilinemez.
Bizde
iki çeşit düşünce vardır müdrikenin idrakı (perception de l’entendement) ve
iradenin fiili (action de la volonté). Müdrikenin idrakında: hissetmek, hayal
etmek ve saf akli olan şeyleri kavramak vardır. İradenin fiileri ise: arzu
etmek (désirer), nefret etmek (avoir de l’aversion), tasdik etmek (assurer),
reddetmek (nier) ve şüphe etmek (douter). Yanılmamızın sebebi yeterince
bilmediğimiz şeyler hakkında yargı vermemizdir. İradenin hüküm vermek için
müdrikenin üretimine ihtiyacı vardır, aksi takdirde hüküm vereceği malzeme
oluşmaz. Müdrikenin bilgisi her zaman sınırlıdır, aynı şekilde uzanabileceği
nesne sayısı da sınırlıdır. Buna karşılık, irade sonsuz gibi gözükür. İrade,
her zaman sınırını genişletmeye çalışır ve hüküm verir. Hataların sebebi,
sınırlı müdrikenin alanının dışına çıkan iradenin hüküm vermesidir. Eğer
doğru şekilde hareket edersek, yani müdrikenin alanına çıkmadan hüküm verirsek
yanılmayız. Kısacası hata yapmamızın sebebi doğamızdan kaynaklı değildir, dolayısıyla hatamızın sebebi Tanrı değildir.
İnsanın
temel yetkinliği özgür iradeye sahip olmasıdır. Kendi eylemlerimizin
efendisiyizdir ancak böyle övülmeye ya da yerilmeye değer oluruz. Özgür irade
ile Tanrı’nın düzeni önceden kurmuş olması arasındaki uygunluğu anlayamayız.
Bendeki
düşünceler başka bir şekilde de ikiye ayrılır: ilki, belli var oluşa sahip
olanlar; ikincisi, düşüncenin dışında mevcut olmayan şeyler (ebedi hakikatlar).
“Bir şey aynı anda hem kendisi, hem değili olamaz” bu bir ebedi hakikattir ve
düşüncemizin dışında karşılı yoktur. Bu hakikatlar çok sayıdadır ve bunları
sıralamak gerekli değildir. Belli var oluşa sahip olanlar ikiye ayrılır: diğer
mevcutlardan bağımsız olanlar (cevher) ve bu cevhere bağlı olanlar. Cevherin
(substance) tanımı şudur: var olan olarak kavranabilmesi için başka var olanın kavranmasına
gerek olmayan şey. Burada kaçırılmaması gereken nokta, yapılan tüm ayrımların
düşüncede gerçekleşiyor olmasıdır. Bu tanıma yalnız Tanrı uyar. Gerçek anlamda
tek cevher Tanrı olmasına rağmen, eş anlamlı şekilde kullanılmadığı takdirde ruha
ve cisme de cevher diyebiliriz. Yaratılmış olup da bir var olan olarak
düşünülmesi için başka bir yaratılmış var olanın düşünülmesi zorunlu değildir.
Peki neden bu ikisi haricinde başka cevher yoktur? Çünkü diğer yaratılmış ya da
yaratılmış şeylere yüklenebilecek her şey bu ikisine bağımlı olarak
düşünülebilir.
Her
cevherin temel bir sıfatı (attribut) vardır: ruhun düşüncedir, cismin ise
uzamdır. Düşünce, düşünen cevherin doğasını oluştururken; uzam (yer kaplama),
cismani cevherin doğasını oluşturur. Cisme yüklenebilen bütün nitelikler önce
uzamı gerektirir. Örneğin, uzamı şekil ve hareketten bağımsız şekilde kavrayabiliyorken,
tersini kavrayamayız.
Süre(
durée), düzen (ordre), sayı (nombre) tarzlardır (mode). Sıfat sonsuzken, tarz
sınırlıdır. Süre bir şeyin süresidir, düzen bir şeyin düzeni, sayı bir şeyin
sayısıdır. Örneğin, süre süren şeye bağlıdır, yani bağıntıların herhangi bir
önceliği yoktur. Tanrı’da hiçbir değişiklik olmadığı için onda tarz veya
nitelik yoktur, yalnız sıfat vardır. Bazı nitelikler (qualité) şeylerdeyken,
bazıları yalnız düşüncededir. Örneğin, süre tarzdır ve şeydedir, ölçmeye imkan
verir. Zaman, hareketin ölçülmesidir ve yalnız düşüncemizde vardır.
Her
türlü ayrım (distinction) düşüncenin içinde yapılır çünkü hakiki olarak yalnız
bir cevher vardır. Descartes’a göre üç ayrım vardır: gerçek (réel) ayrım,
düşüncenin dışında karşılığı olmayan ayrım ve biçim (modal) ayrılığı. Gerçek
ayrım, düşünce dışında karşılığı olan ayrımdır.Aslında tek cevher olduğu için,
gerçek ayrım yoktur ancak eş adlı olarak kullanıldığında başka bir düzeyde,
düşünen cehver ile uzamlı cevher arasında gerçek ayrım vardır. Tanrı, cisimsel
olan ile düşünsel olanı birlik teşkil edecek şekilde birleştirmiş olsa bile,
cevher olarak bu ikisi ayrı kalacaklardır. Düşünce dışında karşılığı olmayan
ayrımlara iki örnek verir Descartes: cevher ve sıfatı arasındaki ayrım; aynı
cevherin iki sıfatı arasındaki ayrım. Cevher ve sıfatı düşüncede ayırdığımızda ikisini
de açık ve seçik şekilde kavrayamayız. Düşünme ile düşünen arasındaki ayrım
buna örnektir. Biçim ayrılığı iki türlüdür: ilki, bir cevher ile onun tarzı
arasında; ikincisi, aynı cevherin iki farklı tarzı arasında. Cevher düşünülmeden
ona bağlı olan tarz hakkında açık ve seçik algı oluşturamazken tersi
mümkündür. Harekette olan kare şeklinde bir taşı ele aldığımızda; kare olduğunu
harekette olduğunu bilmeden bilebilirim ya da harekette olduğunu kare şeklinde
olduğunu bilmeden de bilebilirim. Ancak, bu hareket ile bu şeklin aynı cevhere
bağlı olduğunu bilmiyorsam onlar hakkında seçik bilgi elde edemem. Biçim
ayrılığı doğadaki çeşitliliği kurar. Uzamlı cevherde biçim ayrılığı ölçülebilir
olmaya dayanır. İki uzamlı cisim arasındaki fark şekil ve hareket üzerinden
saptanabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder