LEIBNIZ - MONADOLOJI I
Monad,
basit bir tözdür (substance), başka bir deyişle parçasızdır. Bileşik tözler,
basit tözlerden oluşmaktadır. Parçası olmayanın ne uzamı, ne şekli ne de
bölünebilmesi mümkündür. Monadlar doğal olarak oluşup yok olmazlar ancak
bileşik tözler doğal olarak oluşup yok olabilirler. Monadlar ise Tanrı’nın yaratımı
ile başlarlar, yok edişi ile ise yok olurlar.
İçsel
hareket olması için monadın parçaları arasında bir devinim olmalıdır ancak
monadın parçaları olmadığı için bu mümkün değildir. Aynı şekilde, monadların
dışarıya açılan pencereleri olmadığı için dışarıdan itkili bir devinim mümkün
değildir. Her bir monad varlık olduğu için aynı zamanda niteliği de
olmalıdır. Monadlar niteliklerine göre birbirlerinden ayrılmazlarsa doğadaki/şeylerdeki
devinim algılanamaz çünkü bütün bileşik tözler basit tözlerden meydana gelir.
Her monad birbirinden farklı olmalıdır çünkü iki varlığın doğası hiçbir zaman
mükemmel olarak aynı olamaz.
Yaratılan
her varlık değişime tabi olduğu gibi monadlar da yaratıldıkları için değişime
tabidir. Dışarıdan fiziksel olarak etkilenmeyen monadın doğal hareketi içsel
bir prensipten kaynaklanmalıdır. Değişen şeyi bireyselleştiren ve monadların
çeşitliliğini sağlayan bir detay olmak
zorundadır. Bu detay, çokluğu tekte ya da basit olanda barındırmalıdır çünkü
bütün doğal devinim derecelere göre gerçekleşir, bir şeyler değişirken
diğerleri devinimsiz kalır. Bu sebeple monadda parça olmadığı için eğilim ve
ilişkiler çokluğu olması gerekir.
Bir
birlikteki ya da monaddaki çokluğu içeren ve temsil eden geçici durum
algıdır (perception). Algı, kavrayıştan (aperception) ya da bilinçten (conscience)
ayrı tutulmalıdır. Kartezyen anlayış, farkına varmadığımız şeylere algı
dememiştir. Bu yüzden yalnız zihne/tine (esprit) sahip olanların monadlardan
oluştuğunu düşünmüşlerdir.
Bir
algıdan diğerine geçişi ve algının değişimini sağlayan içsel prensip
istektir (appétition). İstek her zaman tam algıya ulaşamasa da yeni algılara
ulaşır. Leibniz’e göre en ufak düşüncemizde bile çeşitlilik vardır. Bu yüzden
ruhun bir monad olduğunu kabul eden monaddaki çeşitliliği kabul etmek gerekir.
Algı, mekanik nedenler açısından açıklanamaz. Dolayısıyla, algı ve algının
değişimleri monadın içinde aranmalıdır.
Leibniz,
monadlara aynı zamanda entelekheia ismini verebileceğimizi söyler. Çünkü
monadlar belirli bir yetkinliğe (perfection) sahiptir ve onları cisimsiz otomat
olarak adlandırmaya imkan veren iç etkinliklerinin kaynağı bir yeterliğe
(autarkeia) sahiptir. Ruh, algının daha belirgin olduğu ve belleğin (mémoire)
eşlik ettiği basit tözlere verilen isimdir.
Baygınken
bile farkına varmadığımız algılarımız vardır. Bir hareket nasıl başka bir
hareketten geliyorsa, bir algı da başka bir algıdan gelir. Hiçbir boşluk ya da
aralık söz konusu değildir. Bellek, ruha bir çeşit algı temsili dizisi sağlar.
Ruh ve bellek insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da vardır. İnsanlar, algı
dizilerini yalnız belleğe göre kurduklarında hayvanlardan farkı yoktur çünkü bu
algı dizilerini teoriden bağımsız şekilde pratik, yani ampirik şekilde
kurarlar. Peki, Leibniz’e göre insan ve hayvan hangi noktada ayrışır?
Zorunlu
ve ebedi doğrulukların bilgisi (connaisance des vérités nécessaires et
éternelles) sayesinde kendi kendimizi ve Tanrı’nın bilgisine erişebiliriz. Bu
erişimi sağlayan bizdeki akıl (raison) yetisidir. Bu aynı zamanda akıllı ruh
(ame raisonnable) ya da tin (esprit) olarak da adlandırılır. Bu yeti, bizi
diğer tüm canlılardan ayıran yetidir.
Akıl
yürütmelerimiz iki prensip üzerine kurulmuştur. İlki, çelişmezlik ilkesidir. Bu
ilkeye göre çelişki içeren ifadeye yanlış, yanlış olanın karşıtına da doğru
hükmü veririz. İkinci ilke ise yeter-sebep ilkesidir (la raison suffisante). Bu
ilkeye göre, bir olgunun doğru ve var olduğunu ancak onun yeter sebep ilkesine
sahip olduğu yani, neden bu şekilde olup
da başka şekilde olmadığı üzerinden görebiliriz. Leibniz’e göre genelde bu
gerekçeleri insan aklı kavrayamaz.
İki
tür doğruluk vardır. İlki, akıl yürütmenin doğrularıdır (vérité de
raisonnement). Bu doğrular zorunludur ve karşıtları olanaksızdır. İkincisi,
olgunun doğrularıdır (vérité de fait). Bu doğrular olumsaldır ve karşıtları
olanaklıdır. Yeter-sebep ilkesi, olumsal ya da olgunun doğrularında da bulunmak
zorundadır. Örneğin, şu an yazı yazmamın etken sebebini oluşturan sonsuz sayıda
şimdiden ve geçmişten gelen şekil ve devinim vardır. Diğer yandan, ruhumun da
şu an yazı yazmamın erek nedenini oluşturmak üzere şimdiyle geçmişten gelen
sonsuz sayıda eğilimi ve niyeti var. Bütün bu detaylar başka önsel ve detaylı olumsallıklar içerir. Bu detayların
hepsinin analizi insan aklının sınırını aşar. Bu yüzden bu olumsallıkların
detayının dışında bir yeter sebep ilkesi olmalıdır. Sonuç olarak, şeylerin yeter
sebebi zorunlu bir tözde var olmalıdır. Bu değişimlerin detayı bu varlıkta
üstün bir biçimde var olmalıdır. Bu varlığa Tanrı diyoruz.
Bütün
detayların yeter sebep ilkesi Tanrı’dır. Yalnız bir Tanrı vardır ve bu Tanrı
kendine yeterdir. Bu en üstün töz emsalsizdir, evrenseldir ve zorunludur.
Yetkinliği kesinlikle sonsuzdur. Yaratıklar yetkinliklerini Tanrı’dan alırken,
yetersizliklerinin sebebi kendi sınırlı doğalarıdır. Zorunlu ve ebedi
doğrulukların yeri Tanrı’nın müdrikesidir. Tözlerde ve olanaklarda bir
gerçeklik olacaksa, bunun kaynağı zorunlu varlığın varoluşu olmalıdır. Bu
zorunlu varlıkta töz, varoluşu içinde taşır ve bu varlığın fiil (actuel) olabilmesi için
kuvve (possible) olması yeterlidir.
Yorumlar
Yorum Gönder